SAMANYOLU GALAKSİSİNDE DÜNYADAN BAŞKA YAŞANABİLİR KAÇ GEZEGEN OLABİLİR?..
Hep yalnızmı kalacağız,veya evrende bizden başka canlılar olma ihtimali varmı? varsa neden şimdiye kadar gelmiyor veya gelemiyorlar..Belkide sandığımızın aksine bizden daha ilkel oldukları için mi gelemiyorlar..
İŞTE BAZI TEORİLER VE VARSAYIMLAR...
Bir bilgisayar yazılımıyla yapılan hesaba göre Samanyolu Galaksisi, yaşanabilir 37.964 gezegene ev sahipliği yapıyor. Ancak bunlardan sadece 361'i tam anlamıyla yaşam ortamına meydan hazırlayabilir. Astrofizik uzmanı Duncan Forgan'ın geliştirdiği bilgisayar programı Samanyolu Galaksisi'nde verileri bir araya getirerek Dünya gibi yaşam imkânı olan binlerce gezegen olabileceği sonucuna vardı..
Her ne kadar "teorik" olup "pratik"te pek de mümkün görünmese de bu sonuç, insanoğlunun uzayda yaşam arayışlarını körükleyecek gibi görünüyor. Samanyolu Galaksisi'nde bilinen 330 gezegen bulunuyor. Bu gezegenlerin sıcaklık, su ve mineral zenginliği gibi değişkenler ekseninde incelenmesi sonucunda ortaya üç senaryo atıldı..
İlk senaryo, hayatın başlamasına tam olarak imkan vermese de evrim ortamının oluşabileceği 31.152 gezegenin olabileceği sonucuna ulaştı.
İkinci senaryo ise, göktaşlarının çarptıkları gezegenlerde yaşam ortamı oluşturabilme ihtimali üzerine oturtuldu. Bu şekilde de 6.812 gezegende yaşam oluşabileceği varsayıldı..
Son senaryoda ise, daha kesin şartlarla sorgulama yapıldı. Buna göre hem evrimin hem de yaşamın bir arada oluşabileceği gezegen sayısına ulaşıldı. Bu sayı programa göre 361. Toplam 37.694 gezegen arasında "devede kulak" kalsa da daha kesin ölçütlerde yaşanabilir 361 gezegen olabileceği ihtimali umut verici..
Araştırmacılar, tüm bu olumlu sonuçların yanında evrendeki akıllı uzaylı formlarıyla insan ırkının haberleşmesinin en azından 300 ışık yılı sonra gerçekleşebileceği gibi hayal kırıklığı yaratan bir varsayımda da bulundu..
Evet, gerçekçi olalım bugüne değin uzaylı bir ırkla Dünyamız arasında köprü kurulmuş olduğu yolunda, ortalıkta herhangi bir belirti, elimizde hiçbir ipucu yok...
Fakat bu tuhaf eksiklik, kurgubilimcileri olduğu kadar, gelecek bilimcileri de bu konularda düşünmekten, varsayımlar geliştirmekten alıkoymuyor. Ortaya atılan bellibaşlı varsayımları gözden geçirelim..
VARSAYIM 1:
Evrende yalnızız... Bugüne değin ne uzayda başka canlıların varlığına ilişkin herhangi bir ipucu ele geçirebildik; nede, bildiğimiz kadarıyla, uzaylı bir ırk bizimle temas kurmaya çalıştı..
Evrende Dünyamızın jeo-biyoloji tarihini şu yada bu biçimde yaşamış dünyaların olası sayısına dayandırılan bir mantık çıkarsaması yapabilir, ve çok kalabalık bir evrende yaşıyor olduğumuz sonucuna varabiliriz. Ne var ki, yaşamın oluşumu için ideal koşullar defalarca yinelenmiş olsa bile, gerçekleşmesi şeklindeki tek örneğin Samanyolu gökadasında, Güneş sisteminde, Dünya gezegeninde görülmüş olduğu tezi istatistiksel açıdan geçerliğini korumaktadır..
Çünkü, istatistiğe dayalı hesaplamalara girişebilmek için, elimizde en az iki örnek bulunması gerekir. Varlığı kanıtlanmadıkça, uzayda başka uygarlıkların bulunabileceği görüşü bir zihin jimnastiği örneği olmaktan, hatta daha kötüsü bir duygusal özlem sayılmaktan öteye gidemez...
VARSAYIM 2:
Yukardaki eleştiriye karşılık, bilim adamları arasında, koşulların elverdiği her yerde ve her zaman biyolojik yaşam ve eko-sistemlerin oluşacağı ve evrim süreçlerinin başlayacağı görüşü yaygındır..
Evrim süreçlerini oldukça yeterli düzeyde anlayabildiğimizi ve açıklayabildiğimizi söyleyebiliriz. Ama, yeryüzünde yaşamın başlangıç dönemine ilişkin olarak aynı güvenilirlik derecesinde belirlemelerden yoksun olduğumuzu kabul etmek zorundayız...
Biyolojik yaşamın başlangıcı, "uygun" ham malzemenin, "gerekli" koşullar altında, "yeterli" bir süre birarada bulunması sonucu ortaya çıkan bir kimyasal tepkime olarak düşünülüyor. Yeryüzünde biyolojik yaşamın ham maddeleri olan amino asitler ve öteki karmaşık organik malzemeyi bugün laboratuar koşullarında bile elde etmek olanağına sahibiz. Bunların, ilk organizmaların oluştuğu dönem olarak kabul edilen, günümüzden dört milyar yıl önceleri de doğada yeterli miktarda bulunduğu düşünülebilir...
Yine de itiraf edelim ki, yeryüzündeki ilk bakteri yada alglerin nasıl oluştuğu sorusuna, daha sonraları karmaşık canlıların evrimine ilişkin süreçler ölçüsünde güvenilir yanıtlar veremiyoruz. Bunun içindir ki, evrende yaşamın tek bir yerde ve bütünüyle rastlantısal etmenlerle ortaya çıkmış olduğu görüşüne karşı, evrende en az bir örneğe daha ihtiyacımız var.
Yeryüzünde yaşamın, "doğal" bir gelişme sonucu değil, tanrısal bir gücün istenciyle yaratılmış olduğu yolundaki bir inanç ise bilimsel bir tartışmaya konu edilemez.
Bilimin, bugün için, üzerinde fikir yürütemeyeceği tek alan, Evren'in herşeyin başlangıcında nasıl bir istenç tarafından, ne amaçla ve "neyin içinde" var edilmiş olduğu sorusu ile sınırlıdır..
VARSAYIM 3:
Bizimle temas kurmak isteyen, ya da isteyecek olan uzaylı ırklar var; fakat henüz bunu başarabilecek teknolojiye sahip değiller. Daha elli yıl öncesine kadar biz kendimiz de bu durumdaydık. Yeryüzündeki radyo ve telsiz olanaklarının böylesine yakın bir geçmişi olduğu hatırlamak insanı şaşırtıyor...
Dünyamızdan çevreye yayılan ilk radyo yayınları şimdi elli ışıkyılı yarıçapında bir alana ulaşmış bulunuyor. Son yıllarda ise, doğrudan doğruya olası uzay uygarlıklarına yönelttiğimiz mesajlar göndermeye başladık çevremize...
Diyelim ki Samanyolu gökadamızın bu yakın bölgesinde, Dünyamızdan kaynaklanan yayınları kaydedebilecek ve yönünü belirleyebilecek teknolojiye sahip uzay uygarlıkları var.(03) Belki de "cevabî mesajları" henüz aradaki uzaklığı tüketerek bize ulaşabilmiş değil.
Yada belki bize öteden beri yöneltmekte oldukları mesajlar, tanıyabileceğimiz bir nitelik, farkedebileceğimiz bir kimlik taşımıyor.
Herşeye karşın, küçümsenmeyecek sayıda bilim adamı radyoteleskoplarını göklere çevirmiş, böyle mesajlar almak ve çözmek uğraşını sürdürüyor. Özellikle Sovyet bilim çevrelerinden arada bir bu konulara ilişkin şaşırtıcı iddialar işitiliyor..
VARSAYIM 4:
Yukarıdaki görüşlere ek olarak, şunu da düşünebiliriz: Belki de uzaylılar bizimle haberleşme bağlantısı kurmaya çalışıyorlar; ama biz henüz mesajlarını farkedebilecek teknolojik olanaklara, teknoloji çeşidine, ya da algılama türüne sahip değiliz...
Yahut daha da kötüsü, belki de biyo-psikolojik yapımız, böyle bir algılama türüne uyarlanabilmemizi sonsuza değin olanaksız kılacak özellikler taşıyor. Koku işaretleriyle anlaşan bir biyolojik türle, sese dayalı işaretler kullanmak zorunda olan bir başka biyolojik türün birbirlerinin varlığından sonsuza değin habersiz kalacakları gibi...
Böyle bir durumda tek umudumuz, gönderilen işaretlerin iki farklı biyo-psikolojik algılama düzenine dönüştürülebilmesi için, bilim ve teknoloji olanaklarının bir yerde kesişmesinden öteye gitmiyor... Nitekim, bilimin nesnelleştirilmesi çabaları da temelde yöntem ve yorumlann insanın biyo-psikolojik kalıplarından kurtarılması gereğine yöneliktir.
VARSAYIM 5:
Uzayın ileri uygarlıkları henüz varlığımızın farkında değiller...
Fakat bu, dayandığı temellere ters düşen bir varsayım olsa gerek. İleri bir uygarlığın, gökadayı yeterince keşfetmeye çalışmaması, yerimizi belirlediğinde ise bizi farketmemesi için geçerli bir neden olmasa gerek...
İnsanoğlu, uzayın öteki uygarlıkları açısından, artık görmezden gelinebilecek bir yaşam ve uygarlık gücü olmaktan hızla çıkmak yolunda... Atom gücünü, lazer ışınlarını, görelilik kuramını geliştirmiş, gezegenler arası yolculuğun kapılarını zorlamakta olan bu ırkın, ergeç yıldızlar arası yolculuk ve belki de rekabet olanaklarına da adaylığını koyacağı apaçık ortadadır..
VARSAYIM 6:
Belki de, uzayın ileri uygarlıklarının, burada olduğumuzu bildiklerini, fakat durumu şimdilik önemsemediklerini; daha kötüsü, bizi ilgi çekici bulmadıklarını düşünebiliriz...
Diyelim ki Güneş sisteminde ilgi duydukları ham maddeleri yada bize ilişkin bilgileri, kendilerini açığa vurmadan kolayca elde etmek olanağına sahipler...
Şunu da unutmayalım: Sıradan bir gökadada, sıradan bir güneş sisteminde, sıradan bir gezegen üzerinde yaşamakta olan bizler, kendimiz de çok sıradan bir ırk olabiliriz. Eğer uzaylılar bizi gerçekten kayda değer bulmuyorlarsa, Darwinci devrimin etkileri henüz soğumadan, aşırı duyarlı egomuzu yeni bir şok dalgasına daha hazırlamamız gerekecek demektir.
VARSAYIM 7:
İleri uzay uygarlıkları bizi uzaktan ve kendilerini açığa vurmaksızın gözetliyorlar...
Eğer evrim çizgimiz kendileri için yeterince ilgi çekiciyse, işlerimize karışmaksızın dışardan gözlem etkinliklerini sürdürmelerini anlayışla karşılamak gerekir. Bizi kendi halimize bırakarak, işlerin nereye varacağını görmek isteyeceklerdir. Demek ki, çevre sorunlarında, uluslararası ilişkilerde, yada nükleer gücün barışçıl amaçlarla kullanılmasında kendimizi kanıtlamanın tam sırasıdır.
Bu tezin, literatürde çeşitli örneklerine rastlamak olanaklı. Bu tür bir yaklaşıma yaygın biçimde yakıştırılan başlık ise, "Hayvanat Bahçesi Varsayımı" ..
Aynı görüşün yine değişik bir biçimi, kimi çevrelerde "Laboratuar Varsayımı" adıyla bilinmektedir. Bu ikincisine göre, kaderimizi dilediğince değiştirebilecek güce sahip üstün bir uzay ırkı, kendisini açığa vurmaksızın, üzerimizde deneyler gerçekleştirmekte, yaşantımızı keyfince yönlendirmektedir..
Fazlaca paranoid eğiliminden dolayı, rağbet edilmemesi daha hayırlı olacak bir bakış açısı... Hem zaten gerçek bundan öteye gitmiyorsa,(04) yapabileceğimiz fazla birşey yok demektir!...
VARSAYIM 8:
Uzayda bizden geri, bizimle eşçizgide, bizden ilerde çok sayıda yıldız uygarlıklarının varlığı düşünülebilir. İlaveten, eğer insanın evriminde egemen ilkeler olduklarını bildiğimiz bencillik, bölge savunması, çıkarcılık ve saldırganlık, evrimin evrensel yasaları ise, uzay uygarlıklarının kendi aralarında karşıt antantlar halinde gruplaşmış olacakları beklenebilir...
Belki de bütün bir gökada bir Pax Romana yasası, yada kılıcı altında yaşıyordur... Doğaldır ki, tüm bunların ötesinda, gökadalar arası temaslar, bağlaşımlar, rekabetler sözkonusu olabilir... Güneş sistemi, böyle birkaç antant grubu arasındaki tarafsız, yada tampon bölge sayılıyor olabilir...
VARSAYIM 9:
Belki de bütün bu varsayımcılık furyasını bir yana bırakarak, hayal gücümüzü frenlemeyi öğrenmemiz gerek...
Görelilik kuramı ile geliştirilen zaman/uzam anlayışımız, uzayın küresel geometrisi, tardiyon ve takiyon evrenlerine ilişkin kavramlaştırmalar, yada göklerdeki kara deliklerden ilham alarak yaptığımız yolculuk plânlarına karşın, belki de yıldızlar arası yolculuk en ileri teknolojilerin bile sonsuza değin gerçekleştiremeyecekleri yada en azından yoğun trafik biçiminde gerçekleştiremeyecekleri bir sorun alanı olabilir...
Böyle bir durumda, belki bir gün çok kalabalık bir evrende yaşamakta olduğumuzu doğrulamak olanağını bulur, fakat sonsuza değin birbirimizle uzaktan selâmlaşmak zorunda da kalabiliriz...Umudumuz her zaman evet bizden başkalarıda var ve onları bilmek ve görmek istiyoruz yönündedir...
Alıntıdır..
''Varsayım4''deki iddalar
''Varsayım4''deki iddalar bana çok mantıklı geldi bu zamana kadar o açıdan hiç düşünmemiştim