Ana içeriğe atla
13 Aralık 2010 tarihinde BarisAslier tarafından gönderildi

Anadolu Topraklarında yakın Temas...

Sevgili Dostlar! Bu reportaj belki bir çoğunuza denk geldi ve okumuşsunuzdur, konu 1977 yılına dayanıyor, ve Anadolu topraklarında Bir Çoban ağabeyimizin Yakın Temasını anlatıyor, Hürriyet - Milliyet gibi saygın gazetelerde Manşetten yayınlamışlar zamanında...! Bana daha yeni denk geldi.. Okuması çok zevkliydi, yer-yer güldürdü, bazı bölümlerde düşündürdü! Bu yüzden hiç noktasına vürgülüne dokunmadan(''edit''lemeden) Sayın Ağabeyimizin anlatış tarzı ile bu enteressan ''temas olayını'' paylaşacağım...!!

 

Çoban Behçet´in uzaylıları

 

Türkiye´de medyatik olmayan, daha da önemlisi tüketim platfromu olmayan UFO olgusu ve paralelindeki literatür gerçekten de yetersizdir. Eldeki malzemenin içinde yer alan Niğdeli çoban Behçet Öcal olaya, dikkate değerdir. Öncelikle, ortada Anadolu tarzı olmayan bir iddia vardır, sonra da uzaylıların çizdirdiği varsayılan bir harita.

 

Türkiye´de UFO gözlemleri batıdaki gibi, sık ve kapsamlı değildir. Yaşanan olayların belki de çok azı yansımaktadır zaten UFO literatürü olmadığı için olayları yaşayanlar neyi, nereye haber vereceklerini de bilemezler. Klasik senaryo, önce bir UFO´nun görülmesi, sonra bir medya organında öylesine magazin-haber olarak yer alması, bu arada yetkili ağızların daima "bu bir yıldızdır" demeleri şeklinde gelişir ve son bulur. Zaten yurdumuzda, şu ana kadar dünya UFO literatüründekilere benzeyen tartışmalı da olsa, iyi bir fotoğraf hala çekilememiştir. Konunun Türkiye´deki en iyi araştırmacısı olarak kabul edilen Haluk Egemen Sarıkaya, "Türkiye UFO Raporu-1985" ve "UFO Gerçeği-1982" ve "Türkiye Gizemleri" adlı kitaplarında mükemmel bir araştırma ortaya koymuş olmasına rağmen kırık dökük bir iki fotoğraf ve eskizin dışında görsel malzeme elde edememiştir. Her yıl, birçok UFO ihbarı yapılmakta ama bir türlü aranan düzeyde fotoğraf çekilememektedir. Kısacası, Türkiye UFO literatürü görsel yönden fakirdir, bilgi yönünden ise Sarıkaya´nın arşiv niteliği taşıyan çalışmaları sayesinde kalıcı olabilmiştir. Ama arkasının geldiği söylenemez. 

 

Gerek, Sarıkaya´nın çalışmalarında, gerekse de 18 Aralık 1977 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan Niğdeli Çoban Behçet olayı, "Üçüncü Türden Buluşma" klasmanına yani yakın temas olarak alınabilir. Ama olayın ilginç yanı, Çoban Behçet´in 1977´de gündeme gelmesinden çok öncelerde yani 1948´den beri dünyadışı canlılarla ilişkide olduğunu iddia etmesidir yani 29 yıl sonra konuşmuştur. Ama en iyisi Behçet´i kendi ağzından dinlemektir; 22 Mayıs 1982´de Ankara´da yapılan Ruhçuluk Toplantıları´nın sekizincisinde Behçet Öcal konuk edildi ve davetlilerin önünde konuşuldu.aş Konuşmayı toplantıyı yöneten Gürmen Güler yönlendirmişti...

 

 

Gürmen Güler - Behçet Bey, uzaylı dostlarınızla irtibatlarınız nasıl oldu?

Behçet Öcal - 1948 yılında, bir meradaydım; öğleden sonra saat iki sularıydı, birden güneş ziyasını kesen bir ziya meydana geldi, renkliydi; başımı kaldırdığım zaman bir saniyede belirli bir taş yığınının içine soba borusu uzunluğunda, beş altı metre gibi gözüktü. Bir saniye içinde taşların içine indi, mermi şeklinde. O zaman tabii uzaylı falan diye köy yerinde hiçbir şey bilmiyorduk, ben top mermisi patlayacak diye bir korku geçirdim. Taş yığını ile aramız 40 m. falandı; gemi hiç gözükmedi, indikten sonra gemiyi göremedim fakat geminin indiği yerde 3 kişi meydana geldi, üçü de bir boyda. Şunu düşünebildim; Amerika´dan mı, Rusya´dan mı acaba? Türkiye´de o şeyin olmadığını az çok bilmiyorduk; fakat ben bunu içten geçirirken dediler, biz filan yerden geliyoruz, hiç korkma; göğüslerinde cep aynası büyüklüğünde bir zincire bağlı, bel kemeriyle irtibatlı, daktilo tuşları gibi incecik, sim parıltılı, kıvıl kıvıl üçününkü de hiç durmadan çalışıyor. İçimde o an hiç korku kalmadı, o ferahlığı hiç daha görmemiştim; huzur diyelim; Neticede bize aktardılar şeylerini, aldık. Biz bunu senelerce çok gizledik, çok gizledim ki, o zaman hiç şey yapılmazdı; cin şeytan diye birşey vardı, herkes bunu düşünür, bu korkuyla kimseye açamadık, çok yıllar geçti aradan. Amcamız Eskişehir mıntıka amiriydi, dedi ne yapıyorsun falan filan, durumu açtık, dedi bunu ne yapacaksın, hiç dedim. Böyle şeylerin varsa, Nassa´ya filan, dış devletlere gönderelim dedi. Hayır amca, dedim, böyle şey istemiyorum, 77´ye kadar biz bunu sakladık. 77 Aralık´da bir general ile, ben o zamanlar Bahçelievler´deydim; Hürriyet´e gittik; bize dediler ki; uzaylı gördük, uzaylılarla görüştük, konuştuk, gemilerini gördük diyenleri bastık, gazetemiz kirlendi; artık böyle şeyleri basmıyoruz. Peki, Beyefendi dedim; ber yer dünyasında hiç görülmemiş, şurdan burdan alınmamış .irşey getirsem basar mısınız? Dedi ki, filan gün bizi ara, grup toplantımız var, İstanbul´dan bir profesör gelecek, o gün gelebilir misiniz? Hay hay, dedik, dedikleri gün vardık, çıkarttık, açtık, dağıttı, hepsi üşüşüp baktılar... 

GG - Evren haritasını nasıl çizmiştiniz? 

 

- Onu bir gece evde, odada elektrik yoktu, bizim hanım lamba tutmak şartıyla çizildi, yardımcım vardı, kimse çizemez; orda da profesör dedi ki; İstanbul´dan gelen; bunu basarız, bravo Türkiye için, Türkiye´den böyle dış devletlere kainatın haritası çizilmiş ne mutlu, bu imkansız bir kişinin çizmesi... üzerindeki işlem dediler, kıl kadar hata olmaması ve bastılar; 77 Aralık´da pazar günü çıkmıştı Hürriyet´te. 

 

GG - Ondan sonra devam ediyor mu? Uçan dairelerle temaslar? 

 

- Temaslar, evet çığırttığımda. istediğimde o girişime girdiğimde temaslar aynen devam ediyor. 

 

GG - Bir kitap mevzuu vardı?

 

- Kitap, 4 yıldır uğaşıyoruz fakat bazı nedenlerden olamadı; bu yüzden gecikti... GG - Doğayı doğa yapa enerjidir diyordunuz, nedir bu enerji sizce?

 

- Enerji, bizim Tanrı olarak kabul ediyoruz.

 

GG - Doğa enerjisi ile beyin enerjisini birleştirmek için çok çalıştım buyurdunuz; bu nasıl bir çalışmadır? 

 

- ....sinir sistemine sirayet edinceye kadar doğa enerjisine saat ayırdım, muayyen saatlerde, iki üç saat daima beyin enerjimi doğa enerjisinin derinlerine kadar sokmayı istedim, sinir sistemime işledikten sonra herhangi bir arzuda bulunduğum zaman mesela bir laleyi görmek istedim; sinir sistemine laliye aldırtıktan sonra laleyi gördüm. Anlatabildim mi, bilmiyorum? 

 

GG - Uzaydan geldiğini söylediğiniz o üç kişi malumat ilettiler dediniz? Bu ilişki ne şekilde oldu?

 

- Ben konuşmadım, onlar bana şey yaptılar; Türkçe konuştular; aramız 40 m. yanımda gibiydi. 

 

GG - Bu üç kişinin fizik yapısı nasıldı? 

 

- Biz insanlar gibi, fakat tür değişik, boyları da ;üçü de aynı boydaydı. 

 

GG - Evren haritasında diğer uygarlıkların nerelerde olduğunu gösteren malumat var mı? Size bu haritayı çizdirmenin nedeni nedir? 

 

- Bütün galaksiler önce kainat haritasına alınmıştır sonra gezegenler... bilmediğimiz isimlerin hepsi yazılıdır; kainat haritasının içindeki oluşumun hepsi yazılıdır. 

 

GG - O adları öğrenmek istemiyorum; o adlar bizim dilimize benzer kelimelerden mi yoksa yabancı mı? 

 

- Mesela Hulvis gezegeni diyor; ama o bizce Hulvis değil, Venüs diye isimlendiriliyor... benzer başka gezegenler de öyle ama konuşması Türkçe ama ben bir İngiliz olsaydım muhakkak ki İngilizce konuşacaktı... 

 

GG - Özellikle o alet... 

 

- Evet, farkındayım; tekrar görüştüğümüzde değişmişti alet; fincan ağzı gibiydi... 

 

GG - Cinsiyet farkı var mıydı? 

 

- Benim gördüğüm erkekti, tabii kapalı kendilerine göre elbiseleri vardı. Erkek, görünüşte saçın kesimi çok çıplak, kabak kesim... 

 

GG - İlk görüşmenizden sonra, ayrılışlarını görebildiniz mi? Nasıl ayrıldılar? 

 

- Ondan sonra bir darbe oldu; amcam hastaneye götürmüştü... zaten avucunu kaldırdığı zaman ben kendimi porselen gibi kırıldım zannettim, yerde gördüm... ortadaki avucunu kaldırınca birşey çarpmış gibi şey yaptım; deriler falan benim kavladı, döküldü... doktor çarpılmış dedi; dediğim gibi cin, şeytan gibi isimler takmayalım kendimize bile bile... 

 

GG - Siz istediğiniz zaman onlarla temas kurabiliyormusunuz? 

 

- Tabii, düşünce yoluyla istediğim zaman temas kurabiliyorum. Demin anlattığım gibi o girişime gireyim; mesela kaç gün, 30 gün o girişime girerim... bütün sinir sistemine yerleştirdikten sonra o şeyi kurarız. 

 

GG - ELbiseleri merak ettim; bir de o alet konuşmaları için miydi? Arzın atmosferine uyum sağlak için olabilir, telepatiyle verdiğine göre? 

 

- Elbiseleri resimde var0 86´da birşey çıkacak, tabii inanılacak birşey değil; bu yer dünyasında olmamış... diğer devletler bu gün için biliyorlar; onların ellerindeki plan çok güçlüdür... 1986 yılında bir gezegenden bir canlı şey yapılacak... zaten bizin güneş sistemindeki gezegenlerde, bir tanesinde yapılıyor bir gezegende... 

 

GG - Peki, sonra görüşmeniz nasıl oldu? 

 

- Karşı karşıya deği... temasla zaten biz bu yapımları da çalışma odamda bir sinema şeyi gibi karşıma inerdi, gece yapıldı, bu yapımlar gündüz katiyyen yapılmadı; ilk görüşmede karşı karşıya idik... 

 

GG - Bir daha gözükmediler mi? 

 

- Yok.

 

(Burada konukların arasında bulunan spiritüalist yazar Baykur Bilgin söz alıyor ve soruyor

 

BB - Buyurdunuz ki. evrendeki tüm galaksilerin adını yazdık. Şimdi öyle bir tablo çıkıyor ki, sayısı milyarları aşan gezegenlerin adlarını... Halen haritanızda milyarlarca isim mi vardır veya nasıl sığdırdınız? 

 

- Şimdi biz galaksilerin şeyini yazdık... işte o iç gezegenleri aldık... diğer galaksilerin iç gezegeniyle bizim galaksimizin iç gezegenleri... 

 

BB - Ama bizim galaksimizin 100 milyar... 

 

- Her neyse, biz ismi geçenleri aldık. 

 

BB - Peki, evrendeki deyince... onu anlayamadım? 

 

- Yok milyarlarca değil efendim sadece iç gezegenlerin ismi... belki ben orda yanlış söyledim... 

 

(Başka bir konuk söz alıyor ve soruyor.) 

 

TB - Neden ben dediniz mi? 

 

- Yani bütün yer dünyasında neden siz şey oldunuz, böyle mi sorarsınız... bizde ırsi olarak var, sadece bende değil, daha evvel atalarımızda da görülmüştür ama duyurulmamıştır, devam edip gelmiştir. 

 

TB - Onlarla ne gibi olaylar oluyor? Bilginiz var mı? 

 

- Resmen gelipte bir Hızır gibi. Hızır dedikleri var ya, Hızır gibi görüşme şeklinde görüşülüyor... herhangi birşey olmadan, başına gelmeden, önceden söyleniyor rüyasında... 

 

GG - Uzaylıların araçla gezdirdikleri olaylar anlatılıyor, böyle bir şey yaşardınız mı? 

 

- Böyle bir şey oldu; Işık hızından hızlıydılar. başka gemiler de gördük, bizden hızlı... gezegene gittik... 

 

GG - Sonra o gezegene gittiniz mi? 

 

- Evet, gezegene indik. 

 

GG - Orada ne yaptınız, ne konuştunuz? 

 

- Demin de söylediğim gibi bir anda yapılacak şey değil. Bir kitap yazıyoruz, bu yönden bazı şeyleri, sizleri tatmin edecek konuşmamızın olmadığının nedeni, kendimizi bazı yerden çektiğimiz için kelimeler düüşük çıkıyor. Ben biliyorum, kaçınıyorum mecburen. Bu anda vezinler de tutmuyor, kelmeler de. O zaman çok değişiyor, biz tabii kitaba göre çok şeylerden kaçınıyoruz, mecburiyetinde kalıyoruz, bunu biliyoruz, aslında ben hiç konuşmayacaktım fakat ısrarla bir kaç şey yaptık...

 

 

Bu konuşmaya karşın Behçet Öcal, 18 Aralık 1977 tarihle Hürriyet´te daha farklı konuşuyordu; "Ürktüm, bütün vücuduma binlerce toplu iğne batıyordu sanki, top mermisini andırır parlak bir ışıktı, içinden biri kadın, üç kişi çıktı. Bana bir şey yapmayacaklarını, başka dünyalardan geldiklerini söylediler, neresi olduğunu açıklamadılar, bana sık sık görüneceklerini ve resimler göndereceklerini söyleyerek geldikleri gibi gittiler... bu haritada göremediğiniz, ışık ve renk ayrımı yapabilen bir cihazın altına tutulduğunda görülebilecek dünyalar da çizilmiştir. Haritada belirttiğim üzre, evrenin merkezi Kür´dür, Kür Sistemi´nin patlamasıyla evren oluşmuştur. Bizim güneş sistemimizin yanısıra, öteki sistemlerin adları, Morikon, Hulviz, Cemkon, Lev, Morsanit, Lakit ve Ars´dır..." Haluk E. Sarıkaya, haritada Güneş Sistemi´nin 5 cm. çapında bir dairenin içine sığdırıldığını, bunun dahi eğitimsiz bir çoban için başarı olduğunu yazıyordu. Behçet Öcal, görmüş olduğu UFO´nun eskizleriyle birlikte, başka çizimleri ve uzaylıların kendisine açıklamış olduğu bilgiyi içeren bir kitabın bulunduğunu ve bunu incelemek için bilim adamlarına teslim edebileceğini de ekliyordu. 

 

Sonuç olarak, Behçet Öcal olayı ile ilgili bilgiler bu düzeydedir, kendisinin halen nerede olduğu bilinmiyor. Ama olayın yapısı veya anlatımı sağlıklı görünmüyor; her ne kadar Ankara Toplantısı´ndaki söyleşi Öcal´ı deşifre etmek amacıyla yapılmamışsa da yani çelişkiler ve mantıksızlıklar göz ardı edilmişse de, sıradan bir çobanın böyle bir iddiaya neden kalkıştığı şaşırtıcıdır. Belki Öcal, gerçekten normalötesi bir olay yaşamıştır ama ne olduğunu görüldüğü kadarıyla anlatamamaktadır. Elindeki harita üzerinde ciddi bir bilimsel araştırmanın yapılmış olduğunu gösteren bir ipucu yoktur; sözünü ettiği profesör kimdir? Hürriyet Gazetesi, olayı medyada her zaman yapıldığı gibi, sadece bir haber olarak görmüş ve sonrası izlenmemiştir. Yine de, Behçet Öcal olayı, yurdumuzdaki fakir UFO literatüründe önemli bir yer tutar, benzeri iddialar yoktur, hele bir de harita gibi somut bir objenin varlığı... Behçet Öcal´ın kendince bir kurgu peşinde olduğunu not etmek kaydıyla son karar okurların ama en can alıcı soruyu da unutmamak gerekiyor çünkü bu uzaylıların işine akıl ermiyor; bir dağın başına inip, bir çobanla neden ilişki kuruyorlar ve neden eğitimsiz birine evrensel haritalar çizdiriyorlar?

 

Yorumlar

Bana palavra gelmedi.Neye göre palavra dediğinizide anlamış değilim.Adamcağız saf dille dilinin döndüğü kadar anlatmış işte!şimdi ortalarda yok!nerede olduğunu merak ettim doğrusu.bu açıklamalardan sonra ortadan kaybolması ilginç değil mi?Anadoluda böyle olaylar çok oluyor,cin peri diye korkar insanlar bu insanları tekin değil diye soyutlarlar toplumdan ya da deli diye!çocukluğumdan beri bu tip hikayeleri dinlerim.bazı erkek ama çoğunlukla kadınlara musallat olan varlıklardan sözedildiğini hiç duymadınız mı?bunların cin peri olmasındansa ddv olması olası gibi...birde kitabı merak ettim anlayamadım da kitap yayınlanmışmı yoksa yayınlanmadan adamcağız kayıplaramı karışmış?

Sn Barış güzel bir paylaşımdı:)ilgiyle ve gülerek okudum...özellikle dr.un çarpılmışsın demesi kopardı beni:)))))

 Birde şu var:ifade zorluğu olan biri bu kadar senaryo yazıp böyle bir harita çiziyor sonrada korkularına rağmen bu tecrübesini bütün insanlarla paylaşıyor...ne işi olurdu acaba böyle yapmakla?Ben itiraf edenlere üzülmeye başladım artık.uzaylılar gelip varlıklarını gözümüze soksalar inanmayacağız gibime geliyor.zaten bu tip olayları yaşamak için sanırım şüphesiz,saf (temiz kalpli) olmamız lazım.ukala,agresif şüpheci yapıya sahip insanlarla biz bile uğraşmıyoruz:)ddv lermi uğraşacak:))

galaksimizdeki uzak bir yerden geldiler. uzay gemileri dünya’ya düştü. İnsanlar tarafından avlandılar ve öldürüldüler. yabancı bir gezegende zor durumda kalarak umutsuzca evlerine dönmeye çalıştılar. varlıklarının sona ereceğini biliyorlardı ve bu nedenle başkalarının okuması için hikayelerini yazdılar. bize kim olduklarını ve onları buraya neyin getirdiğini anlatmak istediler. gelecek nesiller için bir mesaj bıraktılar, ama arkalarında bıraktıkları kendi eserleri halktan gizli tutuldu! bu hikaye bir çok isimle biliniyor ve hangisini seçmeye karar vermemiz önemli değil … uzaylı ve insanlık tarihindeki en gizlenen hikayelerden biridir. keşif 1938’de Çin ve tibet arasındaki sınırda gerçekleşti. Çinli profesör chi phu tei tarafından rehberlik edilen bir arkeoloji keşif yolculuğunda, baian kara ula’nın dağ mağaralarında mezar hücreleri keşfedildi. İskeletler farklı türde insan varlıklarının kalıntıları idi. İskeletler çok kırılgandı sadece 1,30 metre boyunda idi. kafatasları genişti ve fazla gelişmişti, ama bunlar maymunların kalıntıları değildi. İlave olarak, bilim adamları mağara duvarlarında ilginç kaya çizimleri keşfettiler. güneş, ay, dünya ve yıldızların çizimlerine eşlik eden yuvarlak miğferli varlıkları resmettiler. tarih öncesi mağarada bulunacak daha çok şey vardı. tozlu zemine yarı gömülü olarak, arkeologlar büyük yuvarlak taş bir disk buldular, taş Çağı gramofon plağa benziyordu. diskin merkezinde bir delik vardı ve merkezden kenara spirallenen ince çizgiler vardı. bu diskin yaşının 10,000 – 12,000 yıl olduğu belirlendi! toplam, 716 taş disk bulundu. her diskin çapı 22,7 cm ve kalınlığı 2 cm idi. her diskin merkezinde tam olarak dairesel 2 cm lik bir delik vardı. daha ileri analizler ince çizgi benzeri işaretleri ortaya çıkardı, bunların garip oyulmuş hiyerogliflerin sürekli çizgisi olduğu ortaya çıktı. nesne daha önce asla karşılaşılmamış bir lisanda mikroskobik karakterlerden oluşan uzaylı yazısı ‘kaydı’ idi. 20 yıldan daha fazla süredir, bir çok uzman uzaylı yazılarını tercüme etmeye çalıştı, ama başarı elde edilemedi. 1962’de Çinli bilim adamı dr. tsum um nui sonunda gizemli nesnelerin mesajını çözebildi. sonuç o kadar garipti ki, pekin akademisi tarih Öncesi departmanı tsum um nui’nin bulgularını yayınlamayı reddetti ve hatta bunlarla ilgili konuşmayı da yasakladı. ancak dr. tsum um nui araştırmalarına devam etti ve sonunda çalışmasının yayınlanmasına izin verildi. raporun başlığı “12,000 yıl Önce dünyaya İnen uzay gemisi ile İlgili disklere kaydedilen yazılar” idi. dropa taşlarının şok edici mesajı kendilerine dropa diyen varlıklar tarafından yazılmıştı. taş diskler uzak bir gezegenden gelen uzay yolcuları olan dropa insanının hikayesini anlatıyordu. uzay gemileri baian – kara – ula dağlarının erişilmez bölgesine çarpmıştı. uzay gemisinin mürettebatı dağların mağaralarına sığınmıştı. harap olan uzay gemilerini tamir etme veya yenisini inşa etme olanağı olmadığı için, dropa’lar kendi gezegenlerine dönemediler. dünyada zor durumda sıkışıp kaldılar. barışcıl niyetlerine rağmen, dropalar komşu mağaralarda oturan ham kabilesinin üyeleri tarafından yanlış anlaşıldılar, ham kabilesi yabancıları yakaladı ve hatta bazılarını öldürdü. paragraflardan birinin tercümesi şöyle diyor: “dropa kendi gemileriyle bulutlardan indiler. erkeklerimiz, kadınlarımız ve çocuklarımız güneşin doğuşundan önce mağaralarda saklandı. sonunda dropa’nın işaret dilini anladıkları zaman, yeni gelenlerin barışçı niyetleri olduğunu kavradılar…” 1968’de rus dil uzmanı dr. viatcheslav zaitsev, sputnik dergisinde taş – plak hikayesinden alıntılar yayınladı. zaitsev daha fazla araştırma yaptı ve gerçekten ilginç sonuçlara ulaştı. fiziksel olarak, granit taşlar yüksek konsantrasyonda kobalt ve diğer metalleri içeriyordu, gerçekten çok sert bir taş idi. İlkel insanların, özellikle o kadar minik karakterler ile harfleri oymaları çok zordu. osilograf (salınım çizer) ile diski test ettiğinde, şaşırtıcı bir salınım ritmi kaydedildi, sanki bir zamanlar elektrik yüklüymüş gibi veya elektrik iletkeni olarak fonksiyon yapmış gibi. dropa insanlarından herhangi biri hayatta kaldı mı? keşfin yapıldığı zamanda, mağara alanında hala iki kabile yaşıyordu; bunlar görünüşleri çok eski olan kham’lar ve dropalar olarak biliniyordu. antropologlar her iki kabileyi diğer bilinen ırklara kategorize edemediler; onlar ne Çinli idi, ne moğol ne de tibetli. onlar, 1938’de baian kara ula mağaralarında bulunan iskelet kalıntıları ile ilişkili, ince bedenli sarı – tenli ve olağan olmayan şekilde geniş kafalıdır. bedenlerinde seyrek kıl (saç), büyük gözleri var ve ortalama boyları 1, 21 mt.dir. Çok eski bir Çin masalı bulutlardan dünyaya inen ve çirkinlikleri nedeniyle herkes tarafından avlanan küçük, sarı – derili insanların hikayesini anlatır. 1995’te, Çin’den dikkate değer bir haber bildirildi: “baian-kara-ula dağlarının doğu sınırında uzanan sichuan eyaletinde, daha önce etnolojik olarak sınıflandırılmamış olan bir kabilenin 120 insanı keşfedildi. bu yeni kabilenin en önemli özelliği insanlarının boyudur: 1,15 mt.den uzun değil, en küçüğü sadece 63 santim! bu keşif ataları gerçekten bir zamanlar uzaydan gelmiş olan dropa insanlarının varlığının ilk sağlam kanıtı olabilir. bu gizemli taşlara daha sonra olanlar şunlardı: 1974’te, avusturyalı mühendis ernst wegerer xian’daki banpo müzesine bu disklerden ikisini getirdi. onların fotoğrafını çekti, tam olarak dört fotoğraf çekti. ancak, sonra müze ziyaretçileri taş diskleri göremediler. müzeden elde edilen açıklamaya göre, baian kara ula’dan gelen nesneler tahrip olmuştu. İlave olarak, Çin hükümeti dropa denen kabilenin herhangi resmi kayıtlarına sahip değildi, ne qinghai bölgesinde, ne de Çin’in başka bir yerinde. Çalınan diskler bugün nerde? Şüphesiz, dropa’nın hikayesi en büyük arkeolojik ört baslardan biridir.

sevgili jackal, öncellikle zaman ayırıp okuduğun ve yorumda bulunup görüşünü açıkladığın için teşekkür ederim... 

''palavra tamamen sahte gereksiz gerçeklerle bağdaşmayan yalanlarla dolu bir haber'' diye yazmışsın, saygı duyuyorum... ''AMA!''...  Bende seninle aynı görüşte değilim, en azından bir kalemde silicek kadar uzak bakmıyorum bu anlatılanlara!

Biraz senin yaptığın paylaşımlara göz gezdirdim, özellikle ''benim teorim'' adlı paylaşımından şunu çıkartmak gerekiyor ki! İnsanoğlu ''HAYAL'' kurmakta sınır tanımıyor... İşte bu hikayede ona benzer bir durum aslında,  dikkatini çekmek isterim ki Adamcağız ''1948'' yılında idaa ettiği bu temas olayını yaşamış, ve yaşadığı yer Anadolu nun icra bir köyü... Ve yıllar yılı bu olayı saklamak zorunda kaldığını söylüyor ki, bana göre buda çok mantıklı, sebebi belli) ''bizim köyün delisi'' olmamak için muhtemelen... tabbi yıllar içinde ben bu gerçekten yaşanabilmiş olabilecek bir temas olayının, tabiri caiz ise ''ŞİŞİRİLEREK'' anlatılmış veya biraz daha doldurulmuş olabileceği kanaatindeyim... ziraa Akıl verenler çok olmuş Adamcağıza, Neyse fazla uzatmakta istemiyorum aslında ama, Benim takıldığım nokta şurada... Ben, Sen ve Bizler bu işe gönül veren bütün dostlarımız, hiçbirimiz ve birçoğumuz bu işlerin uzmanı değiliz... İyice araştırmadan ve  iyice düşünmeden yorum yaparsak, elli yalan içine gizlenmiş bir doğruyu asla yakalayamayız.... teşekkür ederim

1977 yılında ufo larla ilgili bir olayda bulunmak veya ufo larla ilgili bir haber yaptırmak ve bu konuya ait olmak dahi yeter..Adam 1977 yılında ufo olayı ile iç içe olurken, ama gerçek ama sahte önemli değil... önemli olan burada 1977 yılında türkiye de ufo ile ilgili olarak gazetelere ve diğer medyaya haber olmak haber yaptırabilmek..Eminim ki 1977 ye kadar türkiye de ufo ve ufo olaylarının ne olduğu konusunda kimsenin bir bilgisi olmamış olabilir ve bu belkide bir ilk olmuştur...Konu gerçekliliği hakkında bir şey söylemek istemem ama doğru ama yalan...Dediğim gibi burada önemli olan 1977 de ufo olayını türk halkına tanıtmak ve 1977 yılında medyada bunu yansıtabilmek..

Bazı arkadaşlarımızın direkt olarak "palavra"  kelimesi kullanıp konuyu küçümseme eğilimi gösterecekleri yerine inanmıyorum- inanamıyorum-doğru değil- vs..gibi kelimeler kullansalar her halde biraz daha iyi olur, ve yorum yaptığımız konuyu da küçümsememiş oluruz...