Ana içeriğe atla
17 Haziran 2010 tarihinde ttayfunn tarafından gönderildi

Enki'nin kayıp kitabı

Bu kitapta Zecharia Sitchin çok güzel bir özet vermiş.Sabredip sonuna kadar okursanız keyif alacaksınız.

445.000 yıl kadar önce başka bir gezegenin astronotları altın aramak amacıyla Dünya'ya geldiler.
Dünya'nın denizlerinden birine iniş yapıp kıyıya çıktılar ve Eridu'yu, "Uzaklardaki Yuva"yı kurdular. Zaman içinde, bu ilk yerleşim bir uçuş kontrol merkezi, bir uzay limanı, madencilik operasyonları ve hatta Mars'ta kurulan bir ara istasyonla birlik te tam bir Dünya Misyonuna dönüştü.
İş gücü açısından az sayıda olan astronotlar, İlkel İşçiler -Homo Sapiens oluşturmak için genetik mühendislik uyguladılar. Yeryüzünü devasa bir afetle silip süpüren Tufan taze bir başlangıç yapmayı gerektirdi; astronotlar tanrılara dönüşürken insanoğluna uygarlığı bahşedip ona nasıl tapınacağını öğrettiler.
Derken, elde edilen her şey Dünya'ya gelen bu ziyaretçilerin kendi aralarındaki rekabet ve savaşlar sebebiyle ortaya çıkan bir nükleer felaket yüzünden yaklaşık dört bin yıl önce darmadağın oldu.
Dünya üzerinde meydana gelenler, özellikle de insanlık tarihi başladığından beri olan olaylar Zecharia Sitchin tarafından Kitabı Mukaddes'ten, kil tabletlerden, kadim mitlerden ve arke olojik keşiflerden teker teker ayıklanıp yazarın Dünya Tarihçesi adlı dizisinde biraraya getirildi. Ama Dünya'da yaşanan olay lardan Önce neler olmuştu? Bu astronotların kendi gezegenleri Nibiru'da neler olmuştu da uzay yolculuklarına, altına duyulan ihtiyaca, İnsanoğlunun oluşturulmasına yol açmıştı?
Gök ve uzay destanlarının baş oyuncularını hangi duygular, rekabetler, inançlar, ahlak kuralları (veya ahlak eksikliği) hare kete geçirmişti? Nibiru üstünde ve Dünya üstünde gerilimin tır manmasına sebep olan ilişkiler nelerdi? Yaşlılar ile gençler, Ni-biru'dan gelmiş olanlar ile Dünya'da doğmuş olanlar arasında ki gerileme sebep olan neydi? Ve olanlar ne dereceye kadar Ka der -geçmişteki olayların kaydının geleceğin anahtarını taşıdığı bir kader- tarafından belirlenmekteydi?
Baş aktörlerden olup olaylara tanık olan, Kısmet ile Kader arasındaki farkı görebilen birinin her şeyin, yani İlk Şeylerin ve belki de Son Şeylerin Nasıl, Nerede, Ne Zaman ve Niçin gerçek-leştiğini gelecek nesiller için kayda geçirmesi ne kadar hayırlı olurdu, değil mi?
Ama bazıları tam olarak böyle yapmışlardı ve bunların ara sında en önde geleni, yeryüzüne inen ilk astronot grubunun ko mutanıydı!
Bilginler de ilahiyatçılar da kutsal kitapta geçen Yaratılış, Adem ve Havva, Aden Bahçesi, Tufan, Babil Kulesi hikayeleri nin aslında binlerce yıl önce Mezopotamya'da, özellikle Sümer ler tarafından yazılmış metinlere dayandığını kabul etmekteler. Ve Sümerler de -pek çoğu uygarlıkların başlangıcından önce, hatta insanoğlu ortaya çıkmadan önce yaşanmış- geçmiş olayla ra ilişkin bilgilerini Anunnakilerin ("Gökten Dünya'ya İnmiş Olanlar") yazılarından elde ettiklerini açıkça belirtmişlerdi.
Kadim uygarlıkların yıkıntıları arasında, özellikle de Yakın Doğu'da yaklaşık yüz elli yıldır sürdürülen arkeolojik keşiflerin bir sonucu olarak çok sayıda bu tür daha eski tarihli metinler bulundu; buluntular ayrıca ya keşfedilen metinlerde sözü edi len veya varlıkları hakkında bu tarz metinlerden sonuca varılan, kraliyet ya da tapınak kütüphanelerinde kataloglara kaydedil dikleri için var oldukları bilinen kayıp metinlerin -sözde kayıp kitapların- ne kadar çok olduğunu da ortaya çıkardı.
"Tanrıların sırları" bazen destansı hikayelerde kısmen de ol sa ortaya serilmekteydi; Gılgamış Destanı tanrıların insanoğlu nun tufan sırasında yok olmasına izin veren kararına yol açan aralarındaki tartışmaları açığa çıkartmıştı, Atra Hasis adlı başka bir metin ise altın madenlerinde güç koşullarda çalışan Anunna kilerin isyanının nasıl olup da İlkel İşçilerin, yani Dünyalıların oluşturulmasına yol açtığı hatırlanmaktaydı. Zaman zaman bu derlemeleri yazanlar astronotların liderlerinin ta kendileriydi: Nükleer felakete yol açan iki tanrıdan birinin suçu düşmanına atmaya çalışmasını anlatan Erra Manzumesi adlı metinde olduğu gibi, bazen seçtikleri bir yazıcıya dikte ettiriyorlar; bazen de tan rı, yazıcılığı üstleniyordu, tıpkı tanrının bir yer altı odasına sak ladığı (Mısır'ın bilgi tanrısı) Tot'un Sırları Kitabında olduğu gibi.
Kitabı Mukaddes'e göre Yüce Rab Yahveh buyruklarını seçil miş halkına teslim ettiğinde, Sina Dağında Musa'ya verdiği iki taş tabletin üstüne bunları kendi eliyle yazmıştı. Altın buzağı olayına tepki gösteren Musa bunları elinden fırlatıp ilk tablet ta kımını kırınca, kırk gün kırk gece dağda kalıp Rab'bin dikte et tiği sözleri yeni tablet takımının her iki yüzüne kendi elleriyle yazmıştı.
Mısır kralı Khufu'nun (Keops) döneminden kalan bir papi rüs üstüne kaydedilmiş Tot'un Sırları Kitabı ile ilgili bir hikaye olmasaydı o kitabın varlığından asla haberdar olamazdık. Kut sal kitabın içinde yer alan Mısır'dan Çıkış ve Yasanın Tekrarı ki taplarında anlatılanlar olmasaydı, ilahi tabletler ve içerikleri hakkında asla bilgi sahibi olamazdık ve hepsi de var oldukları na dair bilginin bile gün ışığına çıkamadığı o muammalı "kayıp kitaplar" kalabalığının bir parçası haline gelirlerdi. Bazı durum larda belirli metinlerin var olduğunu bilmek ama içerikleri hak kında hiçbir şey bulamamak da az acı değildir. Kitabı Mukad-des'te bilhassa sözü edilen Yahveh'nin Savaşları Kitabı ve Yaşar Kitabı bunlardandır. En azından şu iki örnek için, kutsal kitabı kaleme alanların bildiği daha eski tarihli metinler olan bu eski kitapların var oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Yaratılış Kitabı nın beşinci bölümü "Bu Adem'in Toledot kitabıdır" ibaresiyle başlar, Toledot terimi genellikle "nesiller" olarak çevriliyorsa da daha doğru olan anlamı "tarih veya şecere kaydı" şeklindedir.,
tablet kütüphanelerine kolayca erişebilen Berossus, tufandan 432.000 yıl kadar önce tanrılar gökten Dünya'ya geldiklerinde başlayan tanrılar ve insanların tarihini üç cilt halinde yazdı. İlk on komutanın adlarını ve saltanat sürelerini sıralayan Berossus bir balık gibi giyinmiş olan ilk komutanın denizden yüzerek kı yıya çıktığını bildirmişti. İnsanoğluna uygarlığı veren oydu ve Yunancaya çevrilen ismi Oannes'ti.
Pek çok ayrıntıda birbirlerine tam olarak uyan bu iki rahip Dünya'ya inen bu gök tanrılarını, Dünya'da yalnızca tanrıların hüküm sürdüğü bir dönemi ve tufan denilen o büyük afeti an latmaktaydılar. Bu üç ciltten (çağdaşı olan başka yazılarda) ko-runabilmiş irili ufaklı parçalarda Berossus, Büyük Tufandan ön ceye ait yazıların -kadim tanrılar tarafından kurulan ilk şehir lerden biri olan, Sippar denilen o çok eski şehirde güvenle sak lanan taş tabletlerin- varlığını bilhassa belirtmektedir.
Tanrıların tufan öncesinde kurdukları diğer şehirler gibi Sip par da tufan sularının altında kalıp yok olmasına rağmen, tufan öncesi döneme ait yazılara ilişkin bir bahis Asur kralı Asurbani pal'in (M.Ö. 668-633) tarih kayıtlarında su yüzüne çıkıverir. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında arkeologlar -o zamana dek yal nızca Eski Ahit'ten bilinmekte olan- kadim Asur başkenti Nine-ve'yi bulduklarında Asurbanipal'in sarayındaki kütüphanenin yıkıntılarında üstü yazılarla kaplı yaklaşık 25.000 adet kil table tin kalıntılarını keşfettiler. "Eski metinler" in pek hevesli bir ko leksiyoncusu olan Asurbanipal, tarih kayıtlarında şöyle övün mekteydi: "Yazıcıların tanrısı bana ilminin bilgisini bahşetti; ya zının gizlerine inisiye edildim; Şumer dilinde yazılmış ayrıntılı tabletleri bile okuyabilirim; tufandan önceki günlerden kala taş yontulardaki muammalı sözleri anlıyorum."
Şumer (veya Sümer) uygarlığının günümüzde Irak olarak bi linen bölgede, Mısır'daki firavun çağı uygarlığından neredeyse bin yıl önce gelişip büyüdüğü ve daha sonra bunları, Hint alt kıtasındaki
İndüs Vadisi uygarlığının izlediği artık biliniyor. Ayrı ca tanrıların ve insanların tarihlerini ve hikayelerini ilk kez ya zıya geçirenlerin Sümerler olduğu ve aralarında İbranların da bulunduğu diğer tüm halkların Yaratılış, Adem ve Havva, Ka-yin ve Habil, Tufan, Babil Kulesi hikayelerini onlardan aldıkları bilinmektedir; bu gerçek Yunanlıların, Hititlerin, Kenanlıların, Perslilerin ve Hint-Avrupalılarrının yazılarında ve hatıralarındaki tanrıların savaşları ve aşkları hikayelerine de yansır. Tüm bu es ki yazıların iddia ettikleri gibi onların kaynakları da çok daha eski tarihli, bazısı bulunmuş ama çoğu kayıp olan metinlerdi.
Böyle çok eski tarihli yazıların sayısı akıllara durgunluk ve recek kadar çoktur; kadim Yakın Doğu'nun harabelerinde bin lerce değil on binlerce kil tablet keşfedilmiştir. Pek çoğu ticaret, işçi ücretleri ve evlilik sözleşmeleri gibi günlük yaşamın çeşitli yanlarıyla ilgili kayıtlardır. Çoğunlukla saray kütüphanelerinde bulunan diğerleri ise kraliyet tarihi kayıtlarını oluşturmaktadır; tapınak kütüphanelerinin veya yazıcılık okullarının harabele rinde keşfedilen diğerleri ise mukaddes kabul edilen ve Sümer dilinde yazılıp sonra (ilk Sami dili olan) Akkadçaya, ardından diğer kadim dillere çevrilmiş bir kutsal literatürü oluşturmak taydı. Neredeyse altı bin yıl öncesinden kalan bu ilk yazılarda bile kayıp "kitaplar"dan (taş tabletler üstüne yazılmış metinler den) bahsedilmekteydi.
Kadim şehirlerin ve kütüphanelerinin yıkıntılarındaki ina nılmaz -bu mucizeye anlatmak için şans kelimesi az gelir- bu luntular arasında kil prizmalar vardı ve bunların üstüne, Beros-sus'un bahsetmiş olduğu, tufandan önce 432.0000 yıl hüküm darlık yapmış şu on idareciye dair bilgiler yazılmıştı. Sümer Kral Listeleri olarak bilinen (ve İngiltere'nin Oxford kentindeki Ash-molean Müzesinde sergilenen) bu metinlerin çeşitli versiyonları bunları derleyen Sümerlerin çok daha eski tarihli yaygın veya mukaddes ilan edilmiş metin malzemesinden yararlanabildikle-rine dair hiçbir kuşku bırakmamaktadır. Bir o kadar eski olup çeşitli yıpranma düzeylerindeki başka metinlerle biraraya geti rildiklerinde bu metinler, Geliş'i olduğu kadar bunun öncesin-dekilerin yanı sıra elbette sonrasındaki olayları da kayda ilk ge çiren kişinin baş aktörlerden, olaylara birinci elden tanık olan bu liderlerden biri olduğunu Tüm bu olayların tanıklarından biri olan ve gerçekten olay larda baş rolü oynayanlardan biri ilk astronot grubuyla birlikte suya iniş yapan liderdi. O sıralarda unvanı E.A., yani "Evi Su Olan" idi. Dünya Görevinin komutasının üvey kardeşi ve raki bi olan EN.LİL'e ("Emirler Efendisi") verilmesiyle hayal kırıklı ğına uğradığında ona EN.Kİ, "Yer'in Efendisi" unvanı verilip yaşadığı utanç biraz hafifletilmişti. Tanrıların şehirlerinden ve onların E.DİN ("Aden")'deki uzay limanından uzaklaştırılıp kendisine AB.ZU'daki (güneydoğu Afrika'daki) altın madenle rini denetleme görevi verilen kişi, büyük bir bilim adamı olan Ea/Enki'ydi ve orada, o bölgede yaşayan insansı yaratıklara rastgeldi. Altın madenlerinde çok güç şartlarda çalışan Anunna-kiler isyan edip "Bizden bu kadar!" dediklerinde, gereken işgü cünün genetik mühendislik sayesinde evrimi zamanından önce hızlandırarak elde edilebileceğini fark eden oydu; böylece Adem ("Arz'dan olan", Dünyalı) ortaya çıktı. Bir melez olan Adem üreyemiyordu; Aden Bahçesindeki Adem ve Havva'nın kutsal kitapta yansıyan hikayesi Enki tarafından yapılan ikinci genetik müdahaleyi ve böylece cinsel yolla üreme için gereken ekstra genlerin eklenmesini anlatmaktadır. Ve giderek çoğalan insa-noğlun hayal edilen tarza uymadığı ortaya çıktığında, erkek kardeşi Enlil'in yaptığı ve insanoğlunun tufan sırasında ortadan kalkmasına izin verecek olan plana -o sırada yaşananların kah ramanı Kitabı Mukaddes'te Nuh ve çok daha eski tarihli orijinal Sümerce metinde ise Ziusudra olarak anılır- karşı çıkan yine Enki'ydi.
Nibiru'nun hükümdarı Anu'nun ilk erkek çocuğu olan Ea/Enki kendi gezegeni (Nibiru) ve sakinlerinin geçmişi hak kında çok bilgi sahibiydi. Başarılı bir bilim adamı olan Ea/Enki Anunnakilerin ileri bilgisinin en önemli kısımlarını (sırasıyla, Mısır tanrıları Ra ve Tot olarak bilinen) Marduk ve Ningişzidda adlı oğullarına miras bırakmıştı. Ama seçilmiş bireylere "tanrı ların sırları"nı öğreterek bu ileri bilginin belirli kısımlarının in-sanoğluyla paylaşılmasına da aracı oldu. En azından iki örnek te, bu inisiyeler söz konusu ilahi öğretileri insanoğlunun mirasıdüşündürmektedirler.olarak (onlara söylendiği gibi) yazıya geçirdiler. Bunlardan biri, Enki'nin muhtemelen bir dünyalı kadından olan oğlu Ada-pa'ydı; onun Zamana İlişkin Yazılar başlıklı bir kitap yazdığı bili nir ve bu, kayıp kitapların en eskilerinden biridir. Enmeduranki adındaki diğeri ise büyük olasılıkla, kutsal kitapta ilahi sırları içeren kitabı oğullarına emanet ettikten sonra göğe alındığı an latılan Hanok'un esas örneğiydi; bu kitabın bir versiyonunun kutsal kitap dışında bırakılan Hanok Kitabında günümüze dek gelmiş olması büyük bir olasılıktır.
Anu'nun ilk erkek evladı olmasına rağmen Enki'nin kade rinde, babasının ardından Nibiru'da tahta çıkmak yoktu. Nibi-ruluların çapraşık tarihinden yansıyan karmaşık ardıllık kural ları bu ayrıcalığı Enki'nin üvey kardeşi Enlil'e vermekteydi. Bu acı çatışmaya çözüm aranırken Enki ve Enlil kendilerini, Nibi-ru'nun giderek incelen atmosferini korumak amacıyla bir kal kan oluşturmak için altınına ihtiyaç duyulan yabancı bir geze gene gitme görevinde buldular. Anunnakilerin Baş Tıp Subayı olan üvey kızkardeşleri Ninharsag'm da Dünya'ya gelişi ile da ha karmaşıklaşan bu geçmiş nedeniyledir ki Enki, tufanı baha ne ederek insanoğlunun yok olmasına izin vermek isteyen En-lil'in planını bozmaya karar vermişti.
Çatışma bu iki üvey kardeşin oğulları arasında, hatta torun ları arasında da sürdü; aslına bakarsanız bunların hepsi, özellik le de Dünya üstünde doğanlar çok uzun yörüngesi sayesinde Nibiru'nun sağladığı uzun yaşam sürelerini kaybetmekle karşı karşıyaydılar ve bu durum da onların kişisel ıstıraplarına ekle nip hırslarını körüklemekteydi. Tüm bunlar M.Ö. üçüncü binyı-lın son asrında, Enki'nin resmi eşinden olan oğlu Marduk, Dün-ya'yı miras alacak olanın Enlil'in ilk erkek evladı Ninurta değil de kendisi olduğunu iddia ettiğinde zirveye ulaştı. Bu şiddetli çekişme sırasında yaşanan bir dizi savaş, en sonunda nükleer si lahların kullanılmasına yol açtı; sonrasında ise hiç istenmeyen sonuç, Sümer uygarlığının yok oluşu oldu.
Seçilen bireylerin "tanrıların sırları" na inisiye edilmesi Ra hiplik kurumunun, İlahi Sözleri ölümlü Dünyalılara aktaranların, tanrılar ve insanlar arasındaki aracılar silsilesinin başlangı cını belirledi. İlahi sözlerin yorumlanışları olan kehanetler, işa retler görmek amacıyla göklerin gözlemlenmesiyle birleşti. İn sanoğlu tanrısal çatışmalarda giderek daha çok taraf tutar hale geldikçe Kehanet büyük bir rol oynar oldu. Aslında, gelecekte yaşanacakları açıklayan tanrıların bu gibi sözcülerini anlatmak için kullanılmaya başlanan Nebi kelimesi, Marduk'un ilk erkek evladı olan ve sürgün edilmiş babasının adına insanoğlunu, gökteki işaretlerin Marduk'un hükümranlığının geldiğine ikna etmeye çalışan Nabu'nun unvanıydı.
Bu gelişmeler, Kısmet ile Kader arasında bir fark gözetilme si gerektiğini iyice netleştirmişti. Enlil'in, hatta bazen Anu'nun eskiden hiç sorgulanmayan bildirileri artık NAM, yani rotaları belirlenmiş ve değişmez olan gezegen yörüngeleri gibi olan Ka der ile NAM.TAR, yani bozulabilen, değiştirilebilen bir kader olan Kısmet arasındaki farkın irdelenmesine tabi tutulmaktaydı. Olayları gözden geçirip oluş sıralarını hatırladıklarında ve Nibi ru'da olanlar ile Dünya'da meydana gelmiş olanlar arasındaki bariz koşutluğu gören Enki ve Enlil aslında neyin mukadder olup kaçınılmaz olabileceği, iyi ve kötü kararların ve hür irade nin sonucunda kısmete neyin düştüğü konusunda derinden dü şünmeye başladılar. İkincisi önceden tahmin edilemezdi; birin cisi ise, özellikle eğer her şey gezegenlerin yörüngeleri gibi dev-resel ise, olmuş olan tekrar olacaksa, başlar ayrıca son da olacak sa önceden görülebilirdi.
Nükleer yıkımla gelen o en kritik devre Anunnaki liderleri arasındaki içsel sorgulamayı yoğunlaştırdı ve felakete uğramış insan kalabalıklarına olayların niçin böyle geliştiğini açıklama ihtiyacını güçlendirdi. Olanlar mukadder miydi yoksa Anunna ki eliyle oluşan kısmetin sonucu muydu yalnızca? Sorumlu tu tulabilecek birileri var mıydı?
Felaketin arifesinde toplanan Anunnaki meclislerinde, ya saklanmış silahların kullanılmasına tek başına muhalefet eden kişi Enki'ydi. Dolayısıyla, geriye kalan ıstırap içindeki insanlara aslında iyi niyetli olan uzaylı varlıkların destanındaki bu dönüm noktasında onların nasıl olup da yıkıcılar haline geldikle rini açıklamak Enki için çok önemliydi. Kim buraya ilk gelen ve her şeye tanık olan Ea/Enki'den daha uygun olabilirdi ki; Gele cek önceden görülebilsin, diye Geçmişi anlatmaya? Ve her şeyi anlatmanın en iyi yolu Enki tarafından, ilk ağızdan verilmiş bir rapor olurdu.
Onun özyaşam öyküsünü kayda geçirdiği kesindir çünkü Nippur kütüphanesinde (en azından on iki tablet kaplayan) uzun bir metin keşfedilmiştir ve Enki'den şunu nakleder:
Dünya'ya yaklaştığımda,
çok fazla sel vardı.
Onun yeşil çayırlarına yaklaştığımda,
tepecikler ve tümsekler birikip yığıldı
emrimle.
Evimi saf bir yerde kurdum
Evime uygun bir ad verdim.
Bu uzun metin Ea/Enki'nin görevleri subaylarına paylaştı rıp Dünya Görevi operasyonuna nasıl başladığını tarif ederek devam etmektedir.
Sonraki gelişmelerde Enki'nin oynadığı rolün çeşitli özellik lerini ele alan pek çok başka metin Enki'nin hikayesini tamam lamaya hizmet etmektedir; bunlar, çekirdeğini Enki'nin kendi metninin oluşturduğu bir Yaratılış Destanı, bilginlerin Eridu Ya ratılış Kitabı dedikleri bir kozmogoniyi içermektedir. Adem'in oluşturulmasının ayrıntılı bir tarifi vardır. Metinler, erkek ve di şi Anunnakilerin Enki'den ME'ler, yani içinde uygarlığın tüm unsurlarının şifrelendiği bir tür veri disklerini almak üzere Eri-du'ya nasıl geldiklerini anlatırlar ve elbette, üvey kız kardeşi Ninharsag'dan bir oğul edinme çabalarının, hem tanrıçalarla hem de insan kızlarıyla giriştiği rastgele ilişkilerin ve bunların beklenmedik sonuçlarının hikayeleri gibi Enki'nin özel hayatı ve kişisel sorunlarıyla ilgili metinleri de içerirler. Atra Hasis met ni, Anu'nun Dünya'yı oğulları arasında paylaştırarak Enki-Enlil rekabetinin şiddetlenmesini önleme çabasına ışık tutar; me tinlerde Tufan öncesinde insanoğlunun kaderi hakkında Tanrı lar Meclisinde yapılan görüşmelerin neredeyse tutanakları kay dedilmiştir; Gıldamış Destanı tabletlerinde orijinal Mezopotam ya versiyonu bulunana dek yalnızca Kitabı Mukaddes'te oldu ğu düşünülen bir hikayenin, yani Enki'nin kullandığı ve Nuh ile onun gemisinin hikayesi olarak bilinen bahane de bunlarda yer alır.
Sümerce ve Akkadça tabletler; Babil ve Asur tapınak kütüp haneleri; Mısır, Hitit ve Kenan "mitleri" ve de kutsal kitapta an latılanlar tanrıların ve insanların maceralarının yazıya dökül müş hatıratın esasını oluşturmaktadır. Bu dağınık ve parça par ça malzeme, Enki'nin şahadetini, uzaylı bir tanrının özyaşam öyküsünden anılar ve öngörüyle dolu kehanetlerini yeniden oluşturmak amacıyla Zecharia Sitchin tarafından tarihte ilk kez biraraya getirilip kullanıldı.
Enki tarafından seçilmiş bir yazıcıya dikte ettirilen bir metin, mührü zaman uygun olduğunda kırılıp açılacak bir Tanıklık Ki tabı olarak sunulan tüm malzeme akla Yahveh'nin Yeşeya pey gambere (M.Ö. yedinci yüzyıl) verdiği talimatı getirmektedir:
Şimdi git
Söylediğimi onların önünde Bir levhaya yazıp kitaba geçir ki Gelecekte kalıcı bir tanık olsun. Yeşeya 30:8
Geçmişi ele alan Enki bizzat geleceği algılamıştı. Hür irade lerini kullanan Anunnakilerin kendi kaderlerinin (yanı sıra in sanoğlunun kaderinin) efendisi olduklarına ilişkin fikir en son da, olayların gidişatını belirleyenin aslında Kader olduğunun, dolayısıyla -İbran peygamberleri tarafından bildirildiği gibi— başların son olacağının anlaşılmasıyla yer değiştirir.
Enki tarafından yazdırılan olayların kaydı işte böylece Keha netin temeli olur ve Geçmiş, Gelecek haline gelir.

Yorumlar

Tayfun Bey,değerli arkadaşlar...

 

Önce temel bir tavrımı peşinen yazayım...

DANIKEN'in "arabalarını"okuduktan beri ( 1973 sonbahar/ Kabataş Erkek lisesi / 3 edebiyat zamanı ) evrende YALNIZ olmadığımızı düşünüyorum ve hatta olmaması gerektiğini savunuyorum...

ENKİ'yi kaç kere okudum,şu anda unuttum.ERIC PARKER'a,ENKİ den önce bazı sorular sormuştum,Sitchin' e de sorması için.Cevap verdi ama SITCHIN'e sorarak verip,vermediğini bilemiyorum.İsterseniz önce sorduğum sorudan başlayalım...

SORU: MARDUK yörüngesi,bize oranla mukayese edilemeyn bir uzunlukta!Denilene göre : 3600dünya yılı...

O halde, bu adamların GÜNEŞİ NEREDE?

Basit gibi gözüken,fakat çok zorlu bir soru bana göre.

SITCHIN'in ülkemizde yayınlanan kitaplarını,"" zaman başlarken" hariç,hepsini okudum."O" nu da ciddi bir biçimde gözden geçirdim ve fakat almadım.

 

Şimdi; SITCHIN'in hiç bir kitabında, DÜNYA TARİHİ dizisinin merkezi olan MARDUK/nibiru hakkında,derinlikli bilgi yoktur.En azından,ne yerler,ne içerler,neden uzun yaşarlar,nasıl ısınırlar !

 

Ama şunu iyi biliyoruz...

Özellikle ENKİ-KAYIP KİTAP'ta : kıraliyet soyunun görece kan temizliği için,ADETA ensest sınırlarını zorlayan cinsellik var...

 

Öte yandan YUNAN "destanlarına" bakarsanız,açıkca bir fuhuş bataklığı görürsünüz ve bizim "aydınlanmacılar" bu bataklığı,İNSAN HALLERİ DİYE de,tuhaf bir biçimde,yüceltirler...

 

Özellikle AZRA ERHAT-HALİKARNAS BALIKÇISI-SEBAHATTİN EYÜPOĞLU çizgisi...

(( aç parantez  ))

batıya tapınırken,değerleri unutmayalım...

Şekspire tapınırken,HAMLET te gerçekte hangi kötülüklerin kol gezdiğini bilelim,aynısı OSMANLI sarayında varolduğunda,cani OSMANLI demeyelim...

MESELÂ,konuyu dağıtmayalım...

(( kapa parantez))

Şimdi ;geldiler mi,gelmediler mi,ne kadar uzaktalar,2012 de ne olacak, eksen kayması olacak mı,ROLAND EMERINCH in filmizi gördünüz mü lere,fazla vakit harcamayalım.Ya da gereğinden fazla.........

 

Şimdi esas mesele şu : onlar ya da biz...Her ne ise...

Ne halt etmeye doğduk ve yaşıyoruz!

Yani mesele,adeta bir UZAY ONTOLOJİSİ...Doğdum,büyüdüm,çiftleştim,çoğaldım,yaşlandım,öldüm gitti...

"" Bu arada,arkadaşlar da CASSIOPENA dan gelmişler,duşlarını alıp,lobiye inecekler TAYFUN BEY...

Hoş gelmişleeer...

Ne var ne yok gurban oralarda...

valla ne ossun be anam,bildiğin gibi işte.Git gel KONYA,altı saat" ise gerçekte onlarda da mesele...

Aramızdaki yegâne fark,onlar elementler tablosunu bizden daha iyi çalışmışlar...

 

HEPSİ BU.

Aksi halde,önemli miktarda akl-i enerji boşa akıp duaracak,nehirlerimiz gibi...

 

Ne dersiniz...

 

TARSUSLU

İlla ki bir amaca hızmet etmek ıcınmı yasamak gerekıyor bence bu dusunce fazlası ıle kendımızı begenmıslık oluyor balık ne yapıyorsa bızde onu yapmaktayız yada kuş yada ağaç.yanı koca evrende bır kum tanesı ıle aynıyız.

Bu marduk felan ben bılmem ama Guneslerı nerede sorunuza bır cevap vermek gerekırse su plutonun az uzagında cumhurıyet meydanının hemen arkasında bugunlerde tartışılan kahverengı cuce oldugu sanılan bır yıldız varmış dıyorlar belkıde sorunuzun cevabı bulunmustur.

 

Bu yazılanların dogrulugu hıc bır zaman kabul edılmez dogru olsalar bıle cunkı o zaman ınsanları yonetecek baskılayacak bır dın unsuru kalmaz.. bu da benım dusuncem adamlar gelıp bız yaptık deseler bıle ınanmayız bız ...

 

saygılar

 

teşekkür ederim değerli yorumlarınız için.Bu evrende sadece bizim olduğumuzu düşünmek (bir yaratıcı varsa eğer ki herkesin kendi inancıdır öncelikle ona hakarettir,kendi düşünceme göre)biraz komik olur.Uzaylılar konusuna gelince bende ortaokul yıllarında tvde izlediğim uzay 1999 ve uzay yolu dizilerinden çok etkilendim.Sonrasında ise sevigili Atatürk'ün Türklüğün köklerini araştırıken Tahsin Mayatepek'i bu iş için görevledirdiği ve kökenlerimizin Mu kıtasına kadar uzandığını araştırdığını okudum.Hatta İstikbal Göklerdedir sözünü bu yüzde söyleyerek bize bir şifre verdiğini düşünüyorum.
Ne halt etmeye doğduk ve yaşıyoruz konusu insanlığın varlığından bugüne dek sorulan ve üzerine binlerce yorum yapılmış ama cevabı bulunamamış bir sorudur.Belki de bunun cevabı şu an yaşadığıız dünyada hiçbir zaman bulunamayacak.
Batıya tapınma konusuna gelince,İlim neredeyse (İlim Çin'de de olsa alın(Hadis)-İnançları yorumlarıma katmayı sevmem)ben kendi adıma yüzümü oraya dönerim.Bilimin ve ilimin ülkesi olmamalı.Sanat için de aynı şey geçerlidir.Bilim evrensel olmalı.Ama dünyamız insanlarının daha bu aşamaya geldiğine inanmıyorum.
Marduk konusunda eğer bu kadar zaman önce ileri bir teknoloji ile dünyamıza gelmişlerse güneşsiz ya da yapay güneş ışığı ile işlerini halletmiş olabilirler.Yörünge olarak marduk güneş sistemine sonradan eklenmemiş ise eğer güneşi bizim güneşimizde olabilir.Uzun yaşaması ve yeme içmeleri hakkında bizden farklı değiller uzun yaşamaları onların 1 güneş yılının bizim 3600-3661 yılına eşit olması ile açıklanabilir.
İnsan var olduğu sürece kan dökme cinsellik hırs iyilik ve kötülük olacaktır.Öncede vardı sonra da olacak.Bu insanın doğasında vardır.

Sevgili TAYFUN BEY ve arkadaşlar ;
Aşağıda,ERIC PARKER'dan aldığım son iletiyi takdim ediyorum.Bu ileti,kendisine sorduğum şu sorular karşılığında gönderilmiştir :
1- Bir NİBİRU yörünge zamanı 3600 yıl dendiğine göre ( ŞAR ) ,ENKİ-KAYIP KİTAPTA nasıl oluyor da,dünya tarihi verilirken,yine ŞAR terimi kullanılıyor !
2- Neden bu kadar çok cinsellik var !
Gördüğünüz gibi cevap,bana göre , yeterli değil.
Bir de ağortamda, www.sitchiniswrong.com adlı bir alan var,orayı da takip etmekte yarar var...
İyi tatiller
TARSUSLU
==============================================================================
answer reply‏

From:OfflineErik P. (erik70@pacbell.net) Sent:Fri 6/18/10 8:41 PMTo:HUSEYIN HUSNU SUNGUR (hhsungur@hotmail.com)

It seems to me that you counted up the age of Adapa.  The Sars were the same time friend but that way the way to connect celestial Nibiru time to Earth time.  It is the same time.
 
So that is the issue, Adapa who had more anunnaki dna in him was allowed to live a long time but nobody is immortal.
 
----- Original Message -----
Sent: Wednesday, June 16, 2010 2:00 PM
Subject: FW: very important...

==============================================================================

Hüseyin bey cevap için teşekkürler ama size gelen e-mailin türkçesini yazsaydınız daha iyi olurdu.Soruları türkçe yazamışsınız ama cevaplar ingilizce bu durumda herkesin ingilizce bilmediğini varsayarsak doğru yorum yapmak biraz zor.Ayrıca Burak Eldem beyin Marduk'la Randevu kitabında bu tarih 3661 olarak gözüküyor.Sakın yanlış anlaşılmasın Zecharia Sitchin Bey'in savunulucuğunu da yapmıyoruz.Kendi adıma herşeye şüphe ile yaklaşan biriyim.Ama hayatını buna adayıp neredeyse tüm kadim dilleri öğrenmiş ve bunları bu zamana taşıyıp bize bir takım bilgileri sunmuş bu insanın da elini öperim.Bu siz de olsaydınız aynı olurdu.Evet Zecharia Bey Burak Eldem beyin dediği gibi çıkş noktası ya da referans olarak Tevratı almış belki bu anlamda eleştirilebilir.Ama Tevrat'ta ilk kutsal kitap olduğuna göre....Bilmeyenler için(Zecharia Sitchin, (d.1922, Bakü, Azerbaycan) on kitaplık "Dünya Tarihçesi" adlı kitap serisiyle büyük sansasyon yaratmış, Azeri asıllı bilimadamı, sümerologdur. Çivi yazısı dışında hiç bilinmeyen "ölü diller" konusundaki çalışmalarıyla da akademi düzeyinde kendine önemli bir yer edinmiştir.)