Ana içeriğe atla
14 Haziran 2010 tarihinde inspiration tarafından gönderildi

Holografik Beyin

Beyninde ekran açıyor... Elleriyle okuyor... Kapalı gözle renkleri görüyor

Ben “Olmaz, olmaz!” dedim ama gerçekten oldu. Gördüm, gözümün önünde yaptı. Olayın gerçekleştiği yer Cities’in en altındaki kafe.

Aylin, 12 yaşında, tatlı, kendi halinde bir kız. Holografik beyin teknikleriyle bir sürü bize çok acayip gelen şey yapabiliyor. Annesi bunun Aylin’e özel olmadığını, herkesin yapabileceğini söylüyor. Neler mi yapıyor? Gözlerine bant takıyor, eline verdiğin her şeyin rengini söylüyor. Görmeden... Sadece dokunarak... Enerjisini hissederek... Fotoğraflara bakıp kişilerin yaşayıp yaşamadığını söyleyebiliyor... Yine gözleri kapalı, dergilerin üzerinde yazan şeyleri okuyabiliyor. Bunlar benim tanık olduklarım. O gün kafede, Sevda Bakankuş, Arıtan Yayınları’nın sahibi Aydın Arıtan, Aylin, fotoğraflarımızı çeken Senih ve Sertab Erener’dik. Sertab da tanık oldu bir sürü şeye. Bu röportaj yarın da devam edecek. Aylin başka şeyler de yapabiliyormuş. Neler olduğunu öğrenebilmeniz için bu röportajı okumanız /_np/1562/9391562.jpggerekiyor...

Hikayanin en başından başlayalım...
- Adım Sevda Bakankuş. Ben bir iş kadınıydım. Tekstil mümessilliği yaptım, iki sene önce önüme bu proje geldi.

Neydi bu proje?
- “Holografik beyin teknikleri.” Rusya’da bir sürü merkezde uygulanıyor. O merkezlere de “İnsan Gelişim Akademileri” deniyor. Kapalı gözlerle renkleri görebiliyorsunuz, ellerinizle okuyabiliyorsunuz. Amaç, çok azını kullandığımız beynimizin kapasitesini yüzde 80’e kadar çıkarmak...

Kim getirdi bunu?
- Yabancı bir hanım.

Ne dedi?
- “Türkiye’de bunu açalım” dedi. Ben tabii heyecanlandım, çünkü önce tamamen yatırım olarak baktım, tutar diye düşündüm. İçeriğiyle ilgili değildim.

Sonra?
- Rusya’dan hocalar geldi. İlk önce yakın çevremize eğitim vermeye başladık. Ben yavaş yavaş işin içine girdim. Ve öyle bir nokta geldi ki, teknikleri öğrendim. Eğitimleri kendim verecek düzeye geldim. Daha doğrusu bu teknikleri Türkiye’ye daha uygun bir program haline getirdim. Artık yoluma yalnız devam ediyorum...
(Röportajın bu noktasında ne yalan söyleyeyim, karşımdakinin bir “şarlatan” olduğundan neredeyse emindim. Hiç ama hiç inandırıcı gelmedi söyledikleri...)

İnsan, bu teknik sayesinde ne öğreniyor?
- Kendisinin farkına varıyor. Ne kadar güçlü olduğunu kavrıyor. Ama ben bu bilgileri karşımdakine öğretirken ona bir lütufta bulunmuyorum, sadece beyinde kullanmadığı alanları nasıl kullanabileceğini öğretiyorum. İnanın, bu da çok olağanüstü bir şey değil, herkes yapabilir. Önce tabii her insanın beyninde bir bilgisayar bulunduğunu ve onu nasıl açacağını öğretiyoruz...

Pardon? Ne bilgisayarı? Nasıl yani?
- Beynimizde bir biyoekran var. O açılıyor, her şeyi görüyoruz ve orada her şeyi yapabiliyoruz.

Siz de benim buna inanmamı mı bekliyorsunuz!
(Arıtan Yayınları’nın sahibi Aydın Arıtan söze giriyor...)

- Ben de Sevda Hanım’ın seminerlerine katıldım. O Rus hocalardan teknikleri öğrendim. Hatta çocuklarım ve hanım da katıldı. Bu arada, ben bu konuda pek çok kitap yazdım, hatta diyebilirim ki “hologram” ve “holistik” konusunda Türkiye’de en çok yazan insan benim. Sevda Hanım “Böyle böyle bir eğitime başlıyoruz” deyince, dahil olduk. Birkaç aşamalı bir eğitim. Önce bir biyoenerji çalışması yapıldı. Bu çalışma, zihinle beden arasındaki ilişkiyi gevşetmek ve beyne daha geniş kullanım imkânları tanımak için yapılıyor. Bu 10 ders devam etti.

/_np/4387/9394387.jpgPeki siz beyninizin atıl bölümlerini kullanabiliyor musunuz?
- Maalesef. Hayata analitik baktığım için o süreçler bende iyi işlemedi. Ama eşimde ve çocuklarımda işledi. Çocuklarım, kapalı gözlerle renkleri görüyorlar. Birazdan Sevda Hanım’ın kızı Aylin size birtakım örnekler gösterecek. Benim size anlatmak istediğim şu: Birazdan göreceğiniz şeyler Aylin’e özel değil, bunu kavramanız çok önemli, sadece Aylin yapabiliyor değil, bir sürü çocuk yapabiliyor. Biz bu teknikleri okullarda uygulamak üzere bir program yaptık, çünkü çocuklar çok hızlı öğreniyor. Biz burada bir çağ dönüşümünden söz ediyoruz. Yeni bir çağ başlıyor. Ve bunlar birtakım evrensel bilgiler. Bugüne kadar beynin daha geniş alanlarını kullanma imkânları tapınaklarda ve tarikatlarda sır olarak saklandı ve sembollerle anlatıldı. Çünkü insanlar bunu anlayabilecek düzeyde değillerdi. Şimdi hazırız.

Öyle bir söylediniz ki, kendimi Dan Brown’ın kitaplarının içinde hissettim...
- Eskiden bu tür bilgilere ulaşmak için çok uğraş vermek gerekirdi. Yunus mesela, 40 sene eğri olmayan odun taşıdı dergahına. Bir şeye odaklanarak egolarını indirmeye çalışmışlar. Ama şimdi öyle teknikler söz konusu ki, 6-7 yaşındaki çocuklar bile bunu kolayca öğrenebiliyorlar.
(Adam ciddi, kendinden emin, önünde bugüne kadar yazdığı bir sürü kitap duruyor, söylediklerine yüzde 100 inanıyor. Sözü, tekrar Sevda Hanım alıyor...)
- 50 yıl içinde inanılmaz şeyler olacak. İnsanlar birbirlerini çok daha iyi anlayacaklar. Çünkü gizli olan hiçbir şey kalmayacak. Evrende her şeyi birbirine bağlayan iki güç var, sevgi ve enerji. Sevginizi ve enerjinizi verdiğiniz her şeyle bağlantı kurabilir, ona her istediğinizi yaptırabilirsiniz.

Benim anlayabileceğim gibi anlatır mısınız?
- Hepimiz bir bütünün parçalarıyız. Sizde de, bende de, çiçekte de, taşta da, suda da, yaprakta da evrenin bütün bilgisi var. Yani aslında sen benim, ben sensin. Ama içinde bulunduğumuz görev alanları itibarıyla bazı kodlarımız açık, bazı kodlarımız kapalı. Mesele sahip olduğumuz güçlerin farkına varabilmemiz, kendimize dönerek, enerjimizi belli bir norma getirerek, bu bilgileri bir CD okur gibi okuyabilmemiz...

Hadi beyefendinin bir sürü kitabı var, ama sizin iki sene öncesine kadar bu konuda bilginiz yok, nasıl oluyor da şimdi uzman gibi konuşuyorsunuz.../_np/1565/9391565.jpg
- Ben de bilmiyorum bu sorunun cevabını...
(Aydın Bey atlıyor...)
- Ben size Sevda Hanım’la ilgili gözlemimi söyleyeyim, ilk tanıştığımızda bu işlerden gerçekten anlamıyordu. Arkasından da söylüyorum, yüzüne de, resmen zihninde bir açılma oldu. Şimdi bu konuda yıllarca kafa patlatmış, bir sürü kitap okumuş biri gibi konuşuyor, beni de şaşırtıyor, pek çok şey öğreniyorum kendisinden, üst düzey bir bilgiye sahip.
(Sevda Hanım hafif utanıyor...)
- Bunlar bana bir şekilde geliyor. Bakın, öğrendiklerimi önce kendi yakınlarım üzerinde uygulamaya başladım. Kim mi onlar? Kızlarım. Gece saat 12’de onları arabaya alıyordum ve diyordum ki, “Evet kızlar, biriniz sağa oturun, biriniz sola. Şu andan itibaren gözleriniz kızıl ötesi dürbün, hadi bakalım yol boyu yere bakın, yerin altında ne görüyorsanız bana söyleyin...” Size neler gördüklerini söylesem küçük dilinizi yutarsınız...

Bir dakika! Ne gördüklerini bir kenara bırakalım da, gözlerini nasıl kızıl ötesi dürbün yaptılar onu anlatabilir misiniz?
- İnternetten kızıl ötesi dürbün resmi indirdik, beyinlerine yükledik, sistemi çalıştırdık.

Öyle oluyor mu? Ben de Angelina Jolie’nin resmini indireyim o zaman...
- O başka bir şey. Ama mesela saati de beyninize kurabiliyorsunuz...

Nasıl yani?
(Aydın Bey cevaplıyor...)

- Bakın, insana tuhaf geliyor ama benim çocuklarım da saat yüklediler beyinlerine. “Şu anda saat kaç?” diyorsun, “18.15 baba” diyor. “Nereden biliyorsun evladım?” diyorum, “Beynimdeki ekranda yazıyor” diyor. Dijital olarak görüyormuş. Çocuklarımın yalan söyleyecek hali yok. Oluyor bunlar. Pek çok insan istediği saatte uyanabilir mesela, o da bir tür beynin programlanması...
(Sevda Hanım topa giriyor...)
- Zihninizdeki ekranda dijital bir saat kuruyorsunuz ve diyorsunuz ki, “Beni şu saatte uyandır ve Vivaldi çalsın...”

Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?
- Hayır Ayşe Hanım, bizim beynimiz tüm bunları yapabiliyor. Beyninize bir video kamera kuruyorsunuz ve diyorsunuz ki “Şu anda bir doğum günü partisi yapılıyor, hediyeler veriliyor bunu kaydet, yarım saat sonra tekrar bakacağım.” O arada başka işler yapıyorsunuz, yarım saat sonra beyninizdeki o kasedi tekrar seyrediyorsunuz. Biz tüm bunları yapabilecek kadar mükemmel yaratılmışız. Daha bir sürü şey yapabiliyoruz, suyu da ekran gibi kullanabiliyoruz. Çünkü su da bilgi taşıyor. Bir gün bunu fark edince, ateşe dayanıklı cam kaba su koydum, Aylin’i çağırdım, dedim ki, “Tek bir noktaya odaklanıyorsun...” Gerisini Aylin anlatsın...
(Masada bu ana kadar suskun duran 12 yaşındaki tatlı kız çocuğu konuşmaya başlıyor...)
- Önce küçük bir nokta görüyorum, sonra o yavaş yavaş çizgi haline geliyor ve bir anda genişliyor, ekrana dönüşüyor. Normalde o ekranı kendi zihnimde görüyorum. Ama suda da görebiliyorum. Normal bir bilgisayar ekranı gibi, çok farkı yok, sadece daha hızlı açılıyor. Ve orada istediğim her şeyi görüyorum, istersem film izliyorum, istersem müzik dinliyorum. MP3 gibi de çalışıyor, istediğim şarkıyı kaydediyorum, çalıyorum, beğenmezsem bir ötekine geçiyorum.

Aylincim, bütün bunlar sana tuhaf gelmiyor mu?
- Yok hayır. Ablam da beyninde ekran açabiliyor.

Sizi dinliyorum.... Ama bütün bu konuştuklarımızı normal karşılamamı beklemeyin benden...
(Sevda Hanım anlayışlı davranıyor... Anlayayım diye tane tane konuşuyor....)

- Evrendeki her şey kayıt altında. Konuştuklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız, düşüncelerimiz, her şey. Bunları nasıl okuyabiliriz, nasıl öğrenebiliriz? Belli enerji normlarına gelerek. Ama okumak istediğimiz şeyi, açık ve net belirtmeliyiz ki, o bilgileri istediğimiz kaynak önümüze doğru olarak getirsin. Bu çalışmalar devam ederken, birden- bire depremlerde göçük altında kaybettiğimiz insanlar geldi aklıma. “Nasıl yapabiliriz?” derken, bir deprem programı hazırladım. Aylin gibi biyoekranlarını kullanabilenler, o binaları şeffaflaştırabilirler ve enkaz altında yaşamayı sürdüren insanların nerede olduklarını görebilirler. Kurtarma ekipleri de, vakit kaybetmeden o insanları kurtarabilirler. Bu projeyle AKUT’u (Arama Kurtarma Derneği) aradım. Nasuh Bey (Mahruki), “Buyrun gelin” dedi. Yine aynı ekip gittik, Aydın Bey, Aylin ve ben. Nasuh Bey, Aylin’in yaptıklarını gördü. Ve onlara bir eğitim verdik.

Ne kadar sürdü?
- 15 gün. Ama her akşam. İki, üç gruba ayrıldık. AKUT’un Iğdır sorumlusuna suyun altında görmeyi öğrettim.

Öğrendi demeyeceksiniz inşallah!
- Öğrendi, zaten hazırdı. Toprakla ilgili de ufak bir çalışma yaptım. Onlara esas olarak şunu anlatmaya çalıştım: “Siz isterseniz bütün vücudunuzu ve ellerinizi bir ekran gibi kullanabilirsiniz. Enerjinizle bir başkası üzerindeki her şeyi hissedebilirsiniz. Ellerimiz sadece el değil Ayşe Hanım, bunlar aynı zamanda ekran. Bununla okuyabilir, her şeyi hissedebiliriz. Beynimizi da radar gibi kullanabiliriz. Yalova Üniversitesi’nde bir kızımız var, onun da barometresi mükemmel çalışıyor. Biz hepimiz kendimizle yeniden tanıştık. Kaybolan bir insanı bulmamız bile mümkün. Beynimize navigasyon sistemi kuruyoruz. Sonra bir otomotiv şirketine program hazırladım, şöyle düşündüm, yine Aylin’le yaptığımız bir egzersizde, binmediğimiz bir arabanın sadece resminden kilometresini okudu. Üstelik aynı arabanın fren balatalarının bittiğini de gördü. O zaman dedim ki, “Biz pekala bundan bir aerodinamik program yapabiliriz...” Oturdum o programı hazırladım. Önce o şirketin oralı olmayan çalışanları, sonra biyoekranları açılınca pek bir memnun oldular. Onlar da bir resme bakıp fren balatalarının bitip bitmediğini anlayabilir hale geldiler.

Nasıl olabiliyor bu?
- Bütün otomobil parçalarını tek tek elleriyle beyinlerine kaydettirdim. Beyin, eşleştirme yöntemiyle çalışıyor. Siz, beyne bir şey tanıtıyorsunuz, o, onu önceki kayıtla karşılaştırıyor. Gerçek otomobilin resmini ve içini alıyor, diğeriyle eşleştiriyor. Arada oluşan fark, hatayı gösteriyor. Bakın, size anlatamadığım daha bir sürü şey var, yarın bir gün bunlardan dolayı başıma iş gelsin istemiyorum. Mesela Uludağ’da bir helikopter düşüyor, biz evde kendimizi parçalıyoruz. Çünkü Aylin ekranını açıp orada kişinin nerede ve ne halde olduğunu görebiliyor.
(Aydın Bey lafa girmek için derin bir nefes alıyor...)
- Bu işin, şahsi bir beceri olmaktan çıkıp, bir teknoloji haline gelmesi lazım. Biz bu aşamadayız. Bir sürü insana deli saçması gibi gelebilir ama görecekler, yaşam böyle bir düzene doğru gidiyor.
(Birden Aylin’e dönüyorum ve şöyle diyorum...)

Aylincim, annenin zoruyla mı bu işlere girdin, nedir?
- Yok hayır, zorla yapılacak bir şey değil ki. Annem bu işe girdiğinde çok meraklandım. Bana da öğretmeye başladı, gittikçe daha çok ilgimi çekti. Sonra annem ortağından ayrıldı, aklına sürekli yeni şeyler geliyordu, onları benim üzerimde uyguluyordu. Daha doğrusu fikirlerini bizimle paylaşıyordu. Onun sayesinde kapalı gözlerle renkleri tanıyorum. Kağıtlara isim yazıyoruz, kapatıyoruz; yine gözlerim kapalı o isimleri okuyabiliyorum. Diyelim ki ablam mutfağa gidiyor, artık görüş alanımda değil, gözlerimi kapatıyorum, onun mutfakta ne yaptığını görebiliyorum. Elini kaldırıyor mesela, dili çıkarıyor, el sallıyor, hepsi benim ekranımda beliriyor...

Kızma ama ben inanmıyorum!
- Yapalım isterseniz. Mesela renkleri kapalı gözlerle göreyim.

Tamam.

En sıcak renk sarı, sonra kırmızı geliyor

(Aylin gözlerini kalın, siyah bir bantla kapatıyor. Ve önüne koyduğumuz her şeye bir dokunup rengini söyleyiveriyor. Kırmızı ajanda, mavi kitap, turuncu anahtarlık, bordo cüzdan, pembe çakmak, bir dergi kapağındaki bütün renkler... Acayip şaşırıyorum. Çünkü beklemediğim bir hamleydi. Nasıl oluyor! Bu kızın gözleri kapalı... Resmen elleriyle görüyor...)

Nasıl yapabiliyorsun? Renklerin enerjisini biliyorsun da o yüzden mi?
- Evet. Eğitimin ilk başında renkleri öğrendik. En sıcağı sarı, sonra kırmızı geliyor, öyle gidiyor. Onların enerjisini bilince görmeye gerek kalmıyor, dokununca anlıyorsun. Ve ekranımda o renk beliriyor. Bunu çok kolay yapabiliyorum. Daha zorunu deneyelim. Masaya renkli bir sürü şey koyun, bir iki tanesini çıkarın ben size hangi renkleri çıkardığınızı söyleyeyim...

Yapabilir misin gerçekten?
- Evet.
(Yapıyor. Resmen yapıyor. “Turuncu ve kahve gitti” diyor. Ben dumur oluyorum!)

Bu nasıl oluyor?
- Oluyor işte. Annem öğretti.

Peki o yapabiliyor mu?
Yok hayır, o öğretebiliyor.

Sen bize şu beynindeki ekranı bir anlatsana...
- Plazma televizyon gibi. Önceleri yavaş açılıyordu şimdi pıt diye açılıyor.

Ekran beyaz mı?
- İstediğim renk yapabiliyorum. Her şeyi o ekrana kaydediyorum, bazen de tekrar geri alıp izliyorum. Fotografik hafızam da var. Bir şeyi bir saniye görmem yetiyor. Ekranımda beliriyor, ona bakıp uzun uzun anlatabiliyorum. İsterseniz bir kağıda isimler yazın, ben onların enerjilerini bir hissedeyim, sonra onları karıştırın kapalı olarak önüme koyun, ben size o isimleri söyleyeyim.
(Minik kağıtlara, Suna (ablam), Ömer (sevgilim), Veronika (annem), Ayşe (ben), Alya (kızım), Mehmet (rahmetli babam) yazıyorum, dokunuyor, karıştırıyorum, ters çevirip önüne koyuyorum, gözleri kapalı elleriyle okuyor, herkesin ismini doğru biliyor. Ama aralarından Mehmet’in soğuk olduğunu söylüyor. Yani kalbinin durmuş olduğunu, yani öldüğünü...)

Bu özelliğini okulda kullanmıyor musun? İmtihana girmeden önce filan...
- Yok hayır istesem yaparım ama yapmıyorum. Annemle, İstanbul Milli Eğitim Müdür Yardımcısı’nın yanına gittik, o zaman bir iki şey yaptım, çok şaşırdı. Ama ben arkadaşlarıma yapmıyorum, söylemiyorum da. Çünkü yanlış anlamalar oluyor.

Kendini bir tür falcı ya da geleceği gören biri olarak hissediyor musun?
- Hayır, hiç.

Sen nasıl tanımlıyorsun bu durumu?
- Ben sadece annemin bana öğrettiklerini uygulayabiliyorum. Benim bir ekranım var, oradaki bilgileri okuyabiliyorum. Ama annemin öğrettiği başka çocuklar da bunu yapabiliyor, bir tanesi daha 6 yaşında.

Bu egzersizlere ne kadar zaman ayırıyorsun?
- İki günde bir çalışıyoruz.

Peki hiç küçük intikamlar için kullanmak istemedin mi?
- Ben yapmadım ama ablam yapmış. Beden eğitimi öğretmeni takla attırıyormuş, ablam atmak istememiş, “Senin ne ayrıcalığın var, atacaksın” demiş, bizimki de ekranını açmış, “Bacağına ağrı girsin” demiş, birazdan öğretmen “Bacağım ağrıyor kızlar, siz devam edin” demiş, geçip oturmuş. Benim bazen canım sıkılıyor binaları şeffaflaştırıyorum, su boruları, elektrik hatları nereden geçiyor ona bakıyorum...

Bunlar yormuyor mu seni?
- Çok uzun süre yaparsam evet ama sonra tekrar bio enerji egzersizleri yapıyorum ve geçiyor.

Ona öğrettiklerim evrenin anahtarı

Tüm bunları yapabilmenin sırrı ne?
İnsanlığın artık bu teknolojiye hazır hale gelmiş olması... Sır bu. Bunlar artık beynin imkânları dahilinde. Bir süre sonra da ışınlanabileceğiz ve aynı anda iki yerde birden olabileceğiz...

Sizin amacınız nedir?
- Artık bu holografik beyin teknikleri benim hayatım oldu. Yavaş yavaş herkese yaymak istiyorum, öğretmek istiyorum. Bir tek kural var, bilginin ve olgunun karşısında küçük bir çocuk gibi oturacaksın, seni götüreceği kıyılara soru sormadan gideceksin.

Peki bir soru daha sorayım: Ergenlik yaşında bir kızınız var, “Arkadaşlarıyla oyun oynayacağı, çocukluğunu yaşayacağı yerde, ona zarar veriyorum” diye düşündüğüz olmuyor mu?
- Yok hayır. Ben kızımı bir şeye zorlamıyorum ki. Tam tersine hayatı boyunca kullanabileceği şeyler öğretiyorum. Üstelik ona öğrettiklerim bir anahtar, evrenin anahtarı...

Benim kızım da elleriyle okuyor

/_np/4388/9394388.jpgHuriye Yurt 35 yaşında. 7 yaşında bir kızı var. 14 sene önce İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nü bitirdi ve psikolog olarak çalışmaya başladı. Parapsikoloji ve metafizik merakı onu bu alanda çalışmalara yönlendirdi. Son 10 yıldır da İstanbul’da özel bir okulun rehberlik servisi koordinatörlüğünü yapıyor. Bir öğretmen arkadaşı vasıtasıyla 2 yıl önce Sevda Bakankuş ve “Holografik Beyin Teknikleri”yle tanışıyor. O günden sonra hayatında karşılaştığı bazı değişiklikleri bakın nasıl anlatıyor:
İlk karşılaştığımızda Sevda Akankuş bana “Sizinle bugün tanıştık ama bir gün mutlaka yeniden bir araya geleceğiz ve siz bu projenin tanıtımında bana yardımcı olacaksınız” dedi. Ben öyle bir şey düşünmediğim için kibarca gülümsemekle yetindim.
Aradan bir yıl falan geçtikten sonra böbreğimde büyük bir problem çıktı. Doktor alınması gerektiğini söylüyordu. Ortak öğretmen dostumuzdan hastalığımı öğrenen Sevda Bakankuş aradı ve “Bir resminizi gönderin de kızım Aylin’le birlikte size yardımcı olmaya çalışalım” dedi. İçimden “Haydi canım sen de...” dedim ama benimle ilgilenmeleri de hoşuma gitmedi değil.
İki gün sonra tekrar arayıp “Sakın böbreğinizi aldırmaya kalkmayın çünkü taşlardan birini kırdık” dedi. Sadece teşekkür ederim diyebildim. Ama sintigrafi, röntgen ve ultrason sonuçları aynı sonucu verdi, sol böbreğimde artık kocaman üç taş yerine yalnızca iki taş görünüyordu. Sevgili doktorum olmaz öyle şey dedi ama ameliyatla iki taş alındı. Ben rahatladım. Ve Sevda Bakankuş’a bu işi öğrenmek istediğimi söyledim.
/_np/1566/9391566.jpgZihnimde ekran açma çalışmalarına başladık ama ben hâlâ başaramadım. Ama kızım kimse bir şey öğretmeden kapalı gözlerle görmeyi becerdi. Sonra birlikte çalıştılar ve kızım artık eliyle görebiliyor.
Hayalim, bu tekniğin okullarda öğretilmesi. Çocuklar saniyelik bakışlarla bilgileri zihinlerine kaydedebilecek, arta kalan zamanlarını sosyalleşmeye ayırabilecekler. Zihinlerindeki klasörlerde depoladıkları bilgileri istedikleri zaman geri çağırabilecekler. İşlemlerini zihinlerindeki hesap makinelerinde yapabilecekler. Ezberci ve sığ değil, yaratıcı öğrenciler olabilecekler. Ülkemizin böyle bir yeni nesle ihtiyacı var. İnşallah bir gün olacak...

Nasuh Mahruki:
Kızcağız gözü kapalı renkleri görüyor, ben ona kefilim

Sevda Bakankuş’tan eğitim aldınız mı?
- Tabii. Beni aradı, “Böyle böyle bir teknik var, sizin işinize yarayacağını düşünüyoruz” dedi. Ben üniversitede çok yoğun felsefeyle uğraştım. Doğu kültürleri, Asya kültürleri... Himalayalar’a çok seyahat ettiğim için, işin metafizik tarafına da kaydım. İlgim vardır yani. “Neden olmasın? Deneyelim. Ben de öğrenmek isterim” dedim. Sevda Hanım çok tatlı bir hanımefendi, kızı Aylin de acayip sempatik biri. Aylin’de bir yetenek olduğu kesin, ben de kendi gözlerimle gördüm. Ama o yeteneğe ulaşabilmek ne kadar herkesin harcıdır onu bilemem...

Renkleri kapalı gözle görmesinde, birtakım şeyleri elle okuyabilmesinde bir numara, bir hile olabilir mi?
- Yok hayır. Kızcağız gözü kapalı renkleri görüyor. Bu kesin. Ona ben de kefilim. Bizim arkadaşlarımızdan bazıları renklerin enerjisini elleriyle hissetme konusunda aşama kaydettiler. Başka birtakım şeyler de oldu. Bu metodun adı Bronnikov Metodu. Zaten “The Bronnikov Method” diye adamın kendi web sayfası var. Bu konuda dünyada kendini çok geliştirmiş insanlar var. Palavra filan değil..

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13122862_p.asp

Yorumlar

Bu kursu hemen açıp dünyaya yaymak gerekir einstein da beyninin %80 kısmını kullanıyordu :) yani eğer başarabilirsek bizde einstein olcaz ama her birimiz :)  Evet ben her zaman şaşırmışımdır vücuduma bende her zaman saat kurarım şu zaman kalkcam derim sabah olur tam o zman kalkarım :) saati de tahmin etme gibi yetenek de var :D doğru kesinlikle inanıyorum gerçek  bu kursa katılmak istiyorum.

Arkadaslar bu cok ılgınc bır yazı. Inanıyorum veya ınanmıyorum diye bır yorumda bulunamayacagım.

Ancak size sunu soylıyebılırım. Ben askerdeyken tum nobetlerıme kendım kalkardım. Operasyon donemı ıdı. Bolugun yarısı operasyona gıtmıstı. Yaklasık 4 ay surdu bu donem. Gunduz ıkı defa, aksam ıkı defa nobete kalkıyorduk. Gunduz nobetlerı onemlı degıldı. zaten ayaktaydın. spor yapıyorsun egıtıme katılıyorsun vs vs. Ama aksamları tam bır felakettı. yemekten sonra kımsenın yuruyecek halı olmazdı. Herkes kendını yataga atardı. Dehset bır tempo. Ama kendımı cok sartlandırmıstım. dedımkı kımseden komutanlarda dahıl fırca yemıyecektım. 9-11 nobetınden sonra 3-5 nobetıne kalkıp sonrada ıstıma alanına gıttıgım cok olmustur. yanı gunun yorgunlugu uzerıne aksam sadece 2-3 satt uyku. varın sız hesap edın. Ama tum bunlara ragmen kurulmus saat gıbı tum nobetlerıme kendım kalkardım. Hıcbır zaman samımıyetıme guvenın ama hıcbır zaman nobetcı cavus benı nobete kaldırmaz uyandırmazdı. Kalktıgım gıbı elımı yuzumu yıkar tachızatlarımı kusanırdım. Mıllet nobetcı cavuslar tarafından yaka paca yataklardan henuz ındırılırken ben korıdorda nobetıme gıtmeye hazır vazıyette beklerdım. Bunu nıye anlattım. Beyın cok ılgınc bır mekanızma. O yoırgunluga o tempoya ragmen beynıme verdıgım komutlarla her nobetıme zamanında kalktım. Alarm yok cep tel alarmı yok. cok ılgınc. Hala o huyumu kaybetmıs degılım.