Ana içeriğe atla
24 Mayıs 2010 tarihinde ttayfunn tarafından gönderildi

Truva Atı

Okuyucu ve hayranlarımdan oluşan bir grubu ilk kez Türkiye'ye götürdüğümde, Dünya Tarihçesi Keşif Seferinin ilk olarak Truva ziyaretiyle başlamasını özellikle istemiştim. Nedeni, söz konusu sit alanının çok ilginç veya etkileyici olması (kesinlikle değildir) veya (asla gün ışığına çıkartılamayan, şimdilerde yerine muhtemel görünüşünü yansıtan ahşap bir kopyasının konulduğu, bkz. Resim 1*) ünlü Truva Atının kalıntılarını görebilecek olmaları değil de Truva Atı kavramının, yani iyicil veya iyi görünen bir şeyin gizli ve tam zıttı bir sürprizi temsil ediyor olması fikrinin kökeninin burası oluşuydu. Truva, kadim sit alanlarını ziyaret ederek alınabilecek derslere ilişkin planlarımın Truva Atıydı.
Truva Savaşı esasen Hamel'in İlyada ve Odyssda adlı eserlerinden bilinmektedir ama bahsi yalnızca bunlarda geçmez. En çok romantikleştirilmiş savaşlardan biridir; "bin gemiye yelken açtıran aşk"in hikayesi olarak bilinir: söz konusu gemiler, Tru-valı bir prens tarafından kaçırılan güzel Helen'i kurtarıp geri getirmek üzere Yunanistan'dan Küçük Asya kıyılarına yelken açmışlardı. Savaş çıktığı sırada Kral Priam'ın idaresinde olan Tru-va, Küçük Asya'daki Yunan yerleşimlerinin en büyüğü ve en zenginiydi; dar bir boğazın hemen karşı yakasına kurulu olan şehir Asya ve Avrupa arasındaki ticaretin büyük kısmını kontrol ediyordu. Tannça Afrodit Priam'ın oğlu olan atılgan prens Paris için Zeus'un kızı olan güzel Helen'i uygun görmüştü. Ama Paris bu kehaneti gerçekleştirmek üzere Yunanistan'a git tiğinde Helen'in çoktan Sparta kralı Menelaus'la evlenmiş oldu ğunu keşfetti. Girit'i ziyarete gitmiş olan Menelaus'un yoklu ğundan istifade eden Paris, Helen'i ve yam sıra Sparta'nm hazi nelerinin büyük bölümünü kaçırıp yola çıktı; tanrıların muradı nı onun da kabul etmesi gerektiğine ikna olan Helen, Truva'da Paris üe evlendi.
Menelaus Sparta'ya dönüp olanları anladığında tüm Yunan boylarının önderlerini çağırtıp Helen'i geri almak için yardımla rını istedi. Bu seferin başına geçmesi için Mikene kralı ve Mene laus'un erkek kardeşi olan Agamemnon'u seçtiler. Yunan (Ak-haialar da denilen) kahramanlar arasmda en önde geleni Aşil'di; (Ilion olarak da bilinen) Truva tarafında ise baş kahraman, Pa ris'in büyük erkek kardeşi Hektor'du.
Kahramanlar tapındıkları çeşitli tanrılar veya tanrıçalar tara fından yönlendirildi (bazen teşvik edildi). Çarpışmalar görüş melerle ve ardından Truva'nm kuşatılmasıyla başladı; bir şu ta rafın bir bu taraf m üstünlüğü ile, bazen çarpışmalara ara verile rek bazen de çeşitli kahramanlar arasında göğüs göğüse müca deleler şeklinde birkaç yü boyunca sürdü. Kuşatma altındaki Truvalılar bazen Yunan siperlerini aşıp demirlemiş olan filoya saldırdılar. Bazen şu veya bu nedenle ateşkes ilan edildi. Her iki tarafın önde gelen kahramanları öldürüldü. Her iki taraf, özel likle de Acheanlar artık iyice tükenmişken Yunanlar savaşı ka zanmak için son bir gayretle bir hileye başvurdular. Tanrıça At-hena'nın da yardımıyla tahtadan bir at inşa edip içine en iyi sa vaşçılarını gizlediler (Şekil 1), sonra kulübelerini yakıp gemile rine bindiler ve uzaklara yelken açtılar (aslında yakındaki bir li mana gitmişlerdi). Savaşm sona erdiğini varsayan Truvahlar ilk başta bu tahta attan şüphelendiler ama sonunda atı şehrin içine soktular ve bunu yapabilmeleri için şehrin koruyucu duvarları nın bir kısmını yıkmaları gerekti. Gece olunca atın içindeki Yu nanlar dışarı çıkıp Truvalı muhafızları öldürdüler ve Yunan kuvvetlerine işaret vermek için bir ateş yaktılar. Yunanlar sal dırdıklarında kimseyi sağ bırakmayıp sokaklardaki, evlerdeki erkekleri; kadınları ve çocukları öldürdüler. Menelaus, Helen'i yatak odasında, tüller ve dantellerle süslenmiş halde buldu. Onun Menelaus'la birlikte Sparta'ya dönüşü Truva Savaşının tek mutlu sonuydu.
Bu savaşta ve öncesinde yaşanan olaylar Homer'in yanı sıra başka Yunan yazarlar ve şairler tarafından da romantikleştiril-miş; bu olaylar çoğunlukla klasik Yunan dönemine ait vazolara veya tabaklara resmedilerek de kaydedilmiştir (bkz. Şekil 2 ve 3). Eski çağların Yunanları için Truva Savaşında yaşanan olaylar ve dolayısıyla bizzat Truva'nın varlığı hiç kuşkulanılmayan tarihsel olgulardı. Bu durum M.O. dördüncü yüzyılda Pers ordularını yenilgiye uğratmak ve Hindistan'a dek tüm Asya topraklarım ve Afrika'da Mısır'ı fethetmek üzere 15.000 kişilik ordusuyla Yu nanistan'dan çıkan Büyük İskender'in tarih kayıtlarından da açıkça anlaşılmaktadır.
İskender'in tarih kayıtlan askeri seferini planlayıp gerçekleş tirirken aklında hep Truva'nın olduğunu göstermektedir. Öğ retmeni Aristo'nun verdiği Homer'in İlyada'smm bir kopyasının İskender'in en sevdiği eser olduğu anlatılır. İskender Avrupa'dan Asya'ya geçmek için bin yıl kadar öncesinde Truva tara fından korunan Hellespont (günümüzde Çanakkale, bkz. Şekil 4'teki harita) boğazı noktasından geçmeyi seçmişti. Yunan tarih çiler bir kalyonun dümenine geçip yönünü Truva'ya çeviren İs kender'in birliklerin karşı yakaya taşınması işini generallerin den birine bıraktığını yazarlar. Kıyıya çıkar çıkmaz ilk durağı Truva'daki Athena tapınağı idi; Athena, İskender'in en çok say gı duyduğu kahraman olan Aşil'e hamilik eden tanrıçaydı.
Pers orduları İskender'i ve birliklerini bekliyorlardı; araların daki ilk çarpışma Truva'nın hemen kuzeydoğusundaki Gar-nicus nehrinde (Gönen Çayı) yaşandı (M.Ö. 334). Perslilerin nasıl olup da İskender'in nereden karşı kıyıya geçeceğini biliyor oldukları bulmacası, Yunan tarihçi Herodot tarafından da kayıt lara geçirildiği üzere, daha önceki bir tarihte Yunanistan'ı istila eden Pers kralı Xerxes'in yol üzerinde Truva'da durduğu olgu suyla açıklanabilirdi. İskender Truva kalesinin kalıntılarına tır mandı, şehrin ünlü kralı Priam'a biat etti ve Athena'ya, tapma ğında 1.000 davar kurban etti. İskender'in Truva'ya, Üyada'ya ve Aşil'e olan hayranlığı herkesçe bilindiğinden, İskender'in Persli rakibi pekala Makedonun da bu yolu izleyeceğini tahmin etmiş olabilirdi.
Romalı tarihçiler ve ressamlar da Truva'yı ve Truva Savaşım anmak ve betimlemek konusunda Yunan öncüllerinin geleneği ni sürdürdüler. Derken bu şehir ve bu savaş zaman içinde anı lardan, edebiyattan ve sanattan kaybolup sayısız yüzyıllar bo yunca unutuldu. Sonra, Orta Çağ döneminde yazılan romanslar da Truva'nın hikayesi ve orada yaşanan olaylar tekrar en sevilen konulardan biri haline geldiğinde artık hiç kimse bunun gerçek bir hikaye mi yoksa kadim bir kurgu eser mi olduğunu bilemez hale gelmişti. Truva'nın nerede olduğu da unutulmuştu. Orta çağ ressamlarının konuyu ele alıp Truva'yı ve kahramanlarım M.S. on beşinci yüzyılın batı Avrupa'sındaki askerler olarak betimlemeye I • ftŞİa maları ise Truva'mn ve hikayesinin hayal ürünü ve gerçek dı şı unsurlarım güçlendirmeye hizmet etti. Modern çağın başlangı cında Truva tarih sahnesinden silinip gitmiş ve mitsel geçmişe ait hile gelmişti; Odyssiea'nin maceralarından, Jason'ın Altın Post'u • n. iv ışının veya Herkül'ün On İki Görevinin o fantastik hikayele rinden daha gerçek kabul edilmez olmuştu.
Truva'nın hikayesinin kadim mitler arasına terk edilişi mo-dtm çağlarda daha da güçlendi çünkü dikkatle okunduğunda Ihiva Savaşının hikayesi aslında bunun bir insanlar Savaşı de-#11 de tanrıların başlattığı, kontrol ettiği, yönlendirdiği ve hatta içine   katıldıkları bir çatışma olduğunu gösteriyordu. Yunan destanı Kypria'ya göre:
Sayısız insan kabilesinin, sinesi derin Dünya'nın yüzeyine yük ol dukları bir zaman vardı. Ve Zeus bunu gördü, onlara acıyıp büyük bil geliğiyle Dünya'nm yükünü hafifletmeye karar verdi. Böylece, ölümler sayesinde insan ırkında bir boşluk oluşturabilmek amacıyla İlion (Tru-va) Savaşında büyük çatışmalara sebep oldu.
Aklında bu olan Zeus Olimpos tanrılarını ve tanrıçalarını bir şölene davet edip Hera, Athena ve Afrodit arasında hangisinin en güzel olduğuna dair bir tartışmanın çıkmasına yol açtı. Tar tışmayı sona erdirmek için Zeus bu tanrıçaların Küçük Asya'ya, Ida (Kazdağı) Dağı yakınlarında Truva'h Paris'in sürülerini ot lattığı yere gitmelerini önerdi Zeus. Onun tarafından seçilmek isteyen her bir tannça, seçilmeleri halinde ona bir ödül vermeyi vaat ettiler. Paris, kendisine Yunanistan'ın en güzel kadınının aşkını vaat eden Afrodit'i seçti; bu kadının, Sparta'lı Menela us'un karısı Helen olduğu ortaya çıkınca Truva Savaşma yol açan olaylar zinciri başlamış oldu.
Çatışma alevlenirken tanrılar ve tanrıçalar bir şu tarafa bir diğer tarafa yardım ettiler, çarpışmaları kızıştırdılar, çarpışmala rın sürmesini teşvik etmek için geceleri göğü aydınlattılar veya be ğendikleri bir kahramanı ölümün pençeleri arasmdan çekip çıkar dılar. Tanrılar ve tanrıçalar zamanla kendileri de savaşa girmeye başladılar, ta ki Zeus onlara durmalarını emredene dek.
Truva Savaşının insanlara dair bir hikaye olmaktan çok tan rılara ilişkin bir hikaye olması, bu hikayenin mitoloji kategorisi ne konulmasını kolaylaştırdı. Arkeoloji ilerledikçe Truva'dan herhangi bir izin ortaya çıkmamış olması gerçeği de bu sınıflan dırmayı güçlendirdi. Tüm alimler için Truva'nın yalnızca bir mit olduğu çok açıktı.
* * *
Miti ortadan kaldırıp Truva'nm gerçekten de mevcut oldu ğunu kanıtlamak maceraperest bir iş adamına, Heinrich Schliemann'a (Şekil 5) düştü. 1822'de Almanya'da doğmuş olan Schliemann Amsterdam'da bir işe girmiş, birkaç dilde ustalaş-mış Rusya'da zengin bir tüccar olmuş ve Paris'te arkeoloji ile
ciddi bir hobi olarak ilgilenmeye başlamıştı. Boşandıktan sonra Yunan bir kızla evlenip Atina'ya taşındığında Yunan efsaneleri
ve   mitleri onun arkeolojik merakını yönlendirmeye başladı. He len uygarlığının yayıldığı bölgede sık sık gezilere çıkan Schlie mann, Küçük Asya'nın en ucunda, Çanakkale Boğazının doğu kıyılarında yer alan Hisarlık adlı bölgenin kadim Truva'nın ye-ri olduğuna ilişkin önerileri kabul etti.
Kazıları kendi başına finanse eden Schliemann 1870'ten baş layıp 1890'daki ölümüne dek bu bölgede yapılan arkeolojik ka zıları denetledi, onun ardmdan işe asistanı Wilhelm Dorpfeld devam etti. Schliemann'ın kendi kazıları sırasmda Truva'da ar dışık birkaç yerleşim düzeyi olduğu gün ışığına çıktı, Homer'in hikayesiyle örtüşen bir dönemde şehrin düşüşüne ait kanıtlar bulundu, buluntular şehrin zenginliğini ve bu belirli dönemi doğruluyordu. Schliemann, Kral Priam'ın Hazinesi adını verdiği bir gerdanlık, taç ve diğer kraliyet mücevherlerini karısına hediye edip bunları sosyal toplantılara giderken takmasını iste mişti (Şekil 6).
Schliemann'ın Truva'da keşfedip dikkatle belgeledikten son ra hünerle halka duyurduğu şeyler beklediğinin aksine hemen takdir edilmedi. Akademik çevreler kendi alanlarına davetsizce dalan bu alaylı arkeologu küçümsediler. Homer'in hikayesinin yalnızca bir mit olduğu fikrini terk etmek isteyenlerin sayısı pek azdı. Schliemann'ın kanıtları uydurduğuna, bazı buluntuların aslında başka yerlerde bulunmuş olduğuna ilişkin suçlamalar yapıldı. Hatta Schliemann Yunanistan'da kazı yaparken kadim Mikene'yi ve Agamemnon'a ait olduğunu iddia ettiği bir kral mezarını gün ışığına çıkardığında bile ona bıyık altından gülün-mekteydi. Schliemann'ın Agamemnon'un ölüm maskı olduğu nu önerdiği altın maske modern bir sahtekarlık olarak bir kena ra bırakıldı. Ve Schliemann'ın ardılı Dorpfeld (başka arkeolog ların yardımı ve onun ardından işe devam etmesiyle) Hisar-lık'ın kesinlikle Truva'nın sit alanı olduğunu ve dokuz ardışık yerleşim katmanı halinde üçüncü bin yıldan beri gelişmekte ol duğunu saptadığmda bile Schliemann'ın bulguları alaya alın maktaydı çünkü o Homer'in ve Priam'm Truva'sının II. Düzey de olduğunu düşünmekteyken diğer arkeologlar gerçek Tru va'nın daha sonraki VII. Düzeyde olduğuna inanmaktaydılar.
Tüm bunlara rağmen, artık pek çok kişi Schliemann'ın mo dern arkeolojinin babası olduğuna inanmaktadır. Arkeologlar artık Hisarlık sitinin kadim Truva'mn alam olduğuna ve dolayı sıyla da Homer'in hikayesinin mit olmadığına kesinlikle eminler. Truva'mn M.Ö. on üçüncü yüzyılda kuşatma ve savaşlarla yok olduğu da artık tarhşılmamaktadır ama bunun sebebinin güzel Helen veya birkaç insanoğlu kabilesinden kurtularak Dün-ya'nm yükünü hafifletmek isteyen tanrı Zeus'un dileği mi oldu ğunu bugün hiç kimse söyleyememektedir.
Yine de Türkiye gezimize Truva'yı ziyaret ederek başlamayı seçmemin nedeni tam olarak buydu çünkü eğer Homer bir Truva şehrinin olduğu konusunda haklıysa ve Truva gerçekten de bir savaş sırasında yok olduysa ve bulunan hazineler Homer'in belirttiği gibi Bronz Çağı dönemine denk düşüyorsa hikayesinin geri kalanından, yani çatışmaya yalnızca insanların değil, tanrı ların da dahil olduklarından niye şüphelenecektik ki?
Keşif seferimiz grubu Hititlerinkiler veya Asur ticaret kolo nilerine ait olanlar gibi Türkiye'deki diğer heyecan verici şifleri ne veya bu geçip gitmiş uygarlıklardan kalan eserlerin korun dukları müzelere götürdükçe, yazılı metinlerde "tanrılar"a ya pılan atıflar ve bunların sayısız anıtta betimlenişleri her an her yerde mevcut hale gelecekti. Bu tanrılar boynuzlu miğferleri ve ya diğer giysileri ya da ayakkabılarıyla (Şekil 7) veya şahsi isim lerinin önüne eklenen "ilahi" hiyeroglifi veya "tann" unvanıyla kolayca ayırt edilmekteydiler.
Kadim halklar için bu "tanrılar" gerçekti, fiziken mevcuttu lar. Bunu kabul etmedikçe bir arkeolojik bölgeden diğerine, şu müzeden filanca müzeye seyahat etmenin boşa kürek çekmek olacağını düşünüyordum. Kitaplarımı okumuş olan grup üyele ri tanrılara ait tüm hikayelerin binlerce yıl öncesinde Sümerlerin Anunnakiler, yani "Gökten Yere İnenler" hakkında anlattıkları hikayelere dayandıklarını zaten biliyorlardı.

İstanbul'dan Truva'ya gitmek için Türkiye'nin Asya kısmın da yaklaşık üç yüz kilometre sürecek, ülkenin yoğun nüfuslu kasabalarından veya şehirlerinden geçeceğiniz bir yolculuğa çı-kılabilir veya Avrupa kısmından geçen manzaralı (ve bazı açı lardan tarihsel olan) yolu izleyip Çanakkale Boğazını feribotla geçebilirsiniz -tıpkı Büyük İskender'in yaptığı gibi .
İkinciyi seçtim; sadece kadim bağlantılardan dolayı değil, bu yolun ayrıca Gelibolu'dan, I. Dünya Savaşında Türk-Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul'a (Konstanrinopol) savaş hatlarının ardmdan ulaşarak savaşı çabucak bitirmek isteyen müttefik birliklerinin on binlerce kayıp verdikleri yarımadadan geçmektedir. Savaştan sonra, müttefiklerin saldırılarını savuş turmayı başaran Türk generali, Atatürk ("Türklerin Babası") adını benimsedi ve sultanları tahttan indirerek, modern Türki ye'nin ilk cumhurbaşkanı ve kurucusu Kemal Atatürk olarak Türkiye'yi yirminci yüzyıla taşıdı.
Başlı başına hoş ve dinlendirici bir deneyim olan yarım saat lik bu feribot yolculuğunun sonunda grubumuzla Asya tarafın da küçük bir liman kasabasına vardık; yörede tutulan balıklar dan oluşan zengin bir öğle yemeğinin ardından bir saat uzaklık taki Truva sitine gitmek üzere otobüsümüze bindik.
Truva harabeleri turu, şehrin koruyucu duvarları arasından yürünerek başlar; duvarın daha alt ve eski olan kısımları, diğer pek çok kadim sitte olduğu gibi, daha üst sıralardaki taşlardan çok daha büyük ve çok daha iyi biçimlendirilmiş haldedir. Bu yürüyüşün sonunda ziyaretçi hayli geniş bir alana yayılan kazı lara ulaşır. Kazılar çok sayıda ve acemi gözler için düzensiz gö rünmektedir: Truva gerçekten de arkeoloji literatüründe "en çok kazılan kadim sit" olarak anılır. Kazılar M.Ö. 3000 civarın da başlamış olan en az yedi yerleşim düzeyini diklemesine kes mektedir; ziyaretçi duvar ve bina kalıntılarına ancak ("Düzey 2", "Düzey 5a") konulan işaretlerin yardımıyla bir anlam vere bilir (bkz. Resim 2). Höyüğün en yüksek noktasında, çevreleyen düzlüğün tüm manzarasının görüldüğü noktadan bakıldığında kişi tarihle ilgili bir duyguya sahip olabilmektedir.
Kadim şehrin bu en üst kısmına tırmanıp grubun geri kala nını da yanıma çağırdım. Aradan geçen binlerce yıl içinde deniz çekilmişti, dolayısıyla Priam ve oğullarının -belki de şimdi üs tünde durduğumuz kadim Yukarı Şehir ve sarayının bulundu ğu yerde, aynı noktadan- demirlemiş Yunan gemilerine baktık ları sırada olabileceği gibi, güneş ışığı sular üstünde ışıldamı yordu. Kıyı şimdilerde 4,5 km uzaktadır ve Scamender (Mende res) nehrinin hala menderesler oluşturduğu Truva ovasının ge nişliğine genişlik katmaktadır. Öfkeli tanrılar, öldürdüğü Tru-valıların cesetleriyle nehri tıkayan Aşil'i işte tam orada boğma ya kalkmışlardı...
Üç yüz altmış derecelik manzarayı görebilmek için döndü ğümüzde güneydoğu yönünde Kaz (1da) Dağını gördük; Zeus savaşan ölümlüleri oradan seyredip onlarla dalga geçmişti. Dürbünle bakıldığında, Türkiye kıyılarının açıklarında, tanrı Apollo'nun Truvalılara yardım etmek üzere çıkıp geldiği Boz-caada (Yunanca Tenedos) adası seçilebilmekte.
Truva'nın hikayesi, en çok aşağıdaki kalıntıların arasmda yü rürken değil de kadim kalenin en yüksek kısmında dururken in sanın aklında o kaydedildiği haliyle canlanıyor. Belki de modern dönemin tahta atı (daha önceki çizimlerin bir kopyası, kesinlikle kadim bir eser değil) buraya bir tür itibar katıyor. Tahta at hara belerin etrafında çizdiği çemberi tamamlayan ziyaretçilerin ulaştığı dinlenme alanında yer almakta. Yapaylığına rağmen bu at ziyaretçiyi irkiltip ona şunu hatırlatıyor: Evet, burası Truva.
Arkeoloğa dönüşen bir iş adamı olan Schliemann Truva'nın ve Truva Savaşının var olduğunu kanıtlarken Homer'in tanrıların varlığına ilişkin hikayesinin geri kalanının doğruluğunu da sürdürdüğüne inanıyorum. Truva'yı ziyaretimiz işte bu nedenle bir tür Truva Atı gibi: bu ardışık akıl yürütmeyi gezi grubumun zihnine kazıma amaçlı, dolambaçlı bir yol.

 

Tarih Keşif Türk Çanakkale Truva Geçmiş

Yorumlar

bu kitap zecharia sitchinin 10.kitabı ilk çevrisi geçen sene yapıldı.Ama truva filmi bu kitaptan öncedir.Zaten kitabın içindekilerde Dünya tarihçesi olarak belli konular alınmış.
1-Truva Atı
2-Başsız Uzayadamı Vakası
3-Atlantis'i Aramadan Bulmak
4- Yeni Dünyadaki Yabancılar
5-Fil ve Astronot
6-Göklerde Dolaşan Tanrıça
7-Kumlara Gömülen Sinagogdaki Ufo
8-İlyas'ın Kasırgaları
9-Yusuf'un Mısır'ı Kurtarışı
10-Sina Dağı Gizemleri
11-Bir Türlü Ele Geçmez Dağdaki Maceralar
12-Göğe Erişecek Bir Kule
13-Tünellerde Zaman Yolculuğu
14-Tapınak Duvarları Muamması
15-Kutsal Kayanın Sırları
Zaman buldukça bu bölümleri de tarayıp sizlerle paylaşacağım.İnanın o kadar yoğunum ki. O kadar çok iş varki onca zamansızlığa rağmen paylaşmak için kitapları tarayıp photoshopta kestikten sonra finereader ile taratıp düzeltmeler yapıp ancak atabiliyorum ki bazen bir sürü hata oluyor

Ustun guclerı ve yeteneklerı olan mitolojik tanrılar ile ustun guclerı ve yeteneklerı aynı zamanda teknolojılerı ve bılgılerı olan uzayda raks eden tanrılar burada bırbırıne gırmıs. Bır kere sevgılı tayfun kardemızın affını ısteyerek guzel emegıne saygısızlık etmeden ıtıraz hakkımı kullanmak ıstıyorum. Itırazım su noktadadır; bu konunun buraya uymadıgını dusunuyorum. Mıtolojı ıle efsane ıle tarıh ıle ozdeslesen herseyın bır sekılde uzayın tanrıları ıle bagdastırılmasına ben kendı adıma mana veremıyorum. Hatta bazı kalemler sacmalıyorda dıyebılırım. Sozum meclısten dısarı. Truva'dakı olay mızraklarla oklarla bıcaklarla kılıclarla savas arabalarıyla yapılan ıkı ayrı kulturun ıkı ayrı medenıyetın aslında bır hıc ugruna bırbırlerıne gırmelerınden ote baska bırsey degıldır. Bu savasın altında veya ustunde aranacak yegane sey 10 yıl suren savasın sacma amacı ve savas taktıklerı. Her nekadar sparta'lılar ıle troya'lıların bu savasında Zeus, Athena, Afrodit, eris gibi kalburustu mitolojık tanrılar yer alsada ben gerceklerın sadece egolar, bayan, hırs ucgenınde gectıgını soylıyebılırım. Sımdılık benden bu kadar

Saygılarımla