Ana içeriğe atla
22 Nisan 2013 tarihinde muzaffer tarafından gönderildi

Nasıl bir senaryo yazardınız ?

Sevgili dostlar,

Sinema filmi senaryosu yazmanız ve yazdığınız senaryoyu film yapıp yönetmeniz istenseydi ciddi olarak nasıl bir film senaryosu yazar ve nasıl bir film çekmek isterdiniz.Kendi kişisel bakış açınıza göre nasıl bir film yapardınız ve yapacağınız filmde hangi ünlüleri oynatmak ve filmi nerelerde çekmek isterdiniz ?

Ayrıca,bir filmde başrol oyuncusu olmak isteseydiniz nasıl bir filmde oynamak isterdiniz veya kimi canlandırmak isterdiniz ?

 

Yorumlar

Ben Avatar türü bir bilim kurgu filmi yapmak isterdim ve filmde çılgın bir bilim adamını oynamak isterdim.Bu sefer daha başka akıllı fakat değişik fiziğe sahip canlıların yaşadığı bir gezegende geçen film yapardım.Beni bilim adamı olarak dünyadan kaçırmışlar ve yaşadıkları gezegende sadece insan olarak ben varım ve deneylerin yapıldığı laboratuarda beni çalıştırıyorlar.Bende farkedilmeden gizli olarak onların biyolojik yapılarını değiştirmeye çalışıyorum.

 

      

Az Pişmiş Bilimkurgu senaryosu,Salata etkisine karşı yerli içeceğimiz Ayran tavsiye edilir.
Bir gün sinema koltuğunda 3d gözlükle oturup şööyyle kendi istediğim gibi bir bilimkurgu film izlemeyi düşündüm …Hani varsa böyle bir film ,yakın zamanda Güzel bir film yok,Öyleyse gözlerimle seyredeceğime beynimle daha özgür bir şey ortaya çıkarırım dedim,
Hangi yıl,Hatta hangi Gezegen onunda belli olmayanı bir başlangıç,Kapkaranlık bir gezegen ama,üzerindeki toprak gümüşi renk ve parlayan pembe kristal taşlar, gezegen dışı nerden yansıdığı belli olmayan bir ışık kaynağı ile adeta göz kırpıyorlar,en küçük ot bile yok,ama toprak altında akla hayale gelmedik bir teknoloji kullanıldığı hemen göze çarpan ve belli zamanlarda Geçmişte Dünya gezegeninde bulunduğu anlatılan (Dünya yok olmuş anlaşılan) bir çiçeğin taç yaprakları gibi açılarak Üzerindeki şeffaf küre ve piramit benzeri objelerden, turuncu ve mavi neon ışıklar saçan, birbuçuk metre uzunlukta robotik davranışlarla haraket eden sülüetlerden başka bir haraketlilik yoktu.Bunlarında ne olduğu anlaşılmıyordu.
Böyle bir gezegene bir isim vermek gerekli diye düşünürken,Birden bire kulakları sağır eden bir patlamayla birlikte toz bulutu yükselmeye başladı,toprak üzerinde bulunan tüm haraketlilik daha patlama sesi duyulmadan çok kısa bir zaman önce aniden ortadan kaybolmuştu,işte o zaman bu nasıl bir uygarlık eseri diye şaşkınlıktan kendimi alamadım.Toz bulutu dağılınca ortaya çıkan görüntü çok daha şaşırtıcıydı,dört metre kadar çapı,yüz yetmiş santi metre kadar yüksekliği olan ve nasıl bir yapıya sahip olduğu gözle anlaşılamayan,bir zamanlar Dünya gezegeni yok olmadan içinde yaşayan insanların ufo tanımıyla benzeşen bir şey,evet şey diyebiliyoruz ancak,çarpma etkisi bile hiçbir şekilde görünmeyen,metal ve sıvı karışımı bir şey.Nereden gelmiş olduğu zaten üzerinde bir işaret bile olmayışı nedeniyle anlaşılamayan bir şey…Tiz bir ses geldi sanki o araç tarafından,biraz sonra hem aynı tiz ses hemde sürtünmeye benzer bir metalik ses daha,mor açık mavi renkli bir ışık aracı tamamen içine aldı,ışık kırmızı ve giderek beyaza dönmeye başlamasıyla gözlerimi iyice kamaştırdı,Beyaz ışıkla birlikte içinden bir haraketlilikle sarı yeşil renkli silindir tüp benzeri objeler belirmeye başladı,giderek ışık sönmeye başladı ve soğuk metal görünüşlü ve şekil değiştirmeye başlayan haraketlilik ve nihayet ıslık sesine benzer bir sesle obje haraketsizliğe büründü.(Ne tanıtım ama ;-),Başkası yazsa bunları amma uydurmuş diyeceğim ama kendim olunca başka tabi
Buraya kadar atmosfer böyle görüntülerle çekilmiş oldu.
Bu arada ilk kez bu filmle ortaya çıkan bir kamera ile , Dışmekan çekimi yapan bir kamera içerde çeşitli açılara yerleştirilmiş haraketli kameralarla kablosuz bağlantı kurup ,Yine kendisi pc ye bağlanarak olağanüstü bir film programı ile görüntü bütünlükleri oluşturup adeta film çekimlerinde devrim yaratıyor.(Buda benim uydurduğum kamera)
Çekimi başka yerde devam ettiriyoruz,sonra yukardaki parçalarla montajlarız,set işçilerini burada bırakıp Dünyanın en gelişmiş Efekt aletlerinin bulunduğu x caddesi zz sütüdyolarına gidiyoruz.Herşey konuşulduğu gibi hazırlanmış,sütüdyoda en az 280-300 teknisyen ve birkaç üst düzey yönetim sorumlusu.Üst düzey yönetimle birlikte 14.kata çıkıyoruz ve yan çıkıntılarla 950 metrekare büyüklüğünde bir salona giriyoruz.Kısaca içerde bulunan bizim filmin efektlerini yapacak aletlerden sadece bir tanesinden söz edersek nasıl bir film ortaya çıkabileceğini hayal edebilirsiniz.2042 yılında ilk prototipinin ortaya çıktığı 328gn-kl/ SYN Oldukça karmaşık tekniğe sahip bir alet,bu aletle 500 yıl önce var olan şehir,cadde ve insanlar doğal görüntüleri ile ortaya çıkarıldığı gibi yine halen içinde yaşadığımız 2050 yılından bin yıl ilerdeki canlı ve içinde yaşanılan şehirleride görüntüleme yapabilen özelliklere sahip.Bu durumda senaryo içinde zaman atlamalarını oldukça kısa sürede en doğal haliyle ortaya çıkarıp yapabilen bir alet.CERN projesinden sonra ortaya çıktığı söyleniyor(buda uydurmam)

2 gün sonra görsel efekt stüdyosu.
19 dakikalık film kayıt yapılmış bile,hemen ben ve arkadaşlarım oturup izlemeye başladık.
Uzayın derinliklerindeki dış mekan görüntüsü ve bir gemi ile başlamışlar,geminin kuyruk kısmıyla başlayan görüntüler kameranın çok fonksiyonlu özelliği devreye sokulması ile birlikte içeri ve dışarı geçişler çok güzel ışık yansıtılmalarla göz alıcıydı, Görsel efekt makinalarının kamera kullanmadan yaptığı çekimler -Hayal gücü ile çalıştığı için )hızlı bir kaydırma ile gemi burnu ve ön paneldeki antenlerle içeriye doğru süzüldük hep birlikte,gemi kumanda panelinde adeta hiçbir düğme ve çıkıntı bile görünmüyor,sadece ışık haraketleri görülüyor,önündeki koltuk benzeri bir alet ve buna bağlantı sız kullanıldığı belli bir başlık.ve yine kimse görünmüyor geminin içinde,ta ki panelde sık aralıklarla yanıp sönmeye başlayan açık yeşil bir ışıkla birden içerden bir ses duyuluyor ardından silindir şeffaf bir bölme bulunduğu gizlenmiş yerden öne sürülüyor,kapağı açılırken beyaz duman benzeri bir şeyler görünüyor ve ….ve….işte bu,bu gemiyle ancak böyle bir şey yolculuk yapabilirdi…ne mi?sadece yandan görüntüsünü söylemek istiyorum,bu bir nevi insan beynine benzer bir görüntü,adeta boşlukta duruyor gibi ve halografik bir görüntü sadece.16.dakikaya kadar yapılan kayıtta bunlar vardı,Geriye kalan 3 dakikalık kaydı burada şimdi yazmak doğru değil,çünkü,çünküüüü,daha hayal etmedimmm..
Ama bir ip ucu vereyim yinede,Evet gemide yaşayan bir canlı yani bir insansı varlık var,ama vücut fonksiyonellerini şimdilik kullanmıyor,o beyin hallografiside buna ait.yani uyutulmuş bir vücudun uyanık duran bir beyninin halogramı kullanıyor bu gemiyi.Geminin nereye gittiğinide tahmin ediyorsunuzdur,başta yazdığım gezegene,hatta o gezegene düşen bu gemi olacak.Ama yol çok uzun daha,kimbilir neler olur bilinmez.Hem ben hayalini kurmadım daha.
Nasıl,komediye kaçmadanda bir bilim kurgu film olabiliyor aslında değilmi,Ama üzerine biraz cem yılmaz tozu serpiştirirsek alın size kendimize göre film.Yani Türk yapımı Bilimkurgu.Ama böyle uçuk bir film olacaksa uzayda bulunan tüm gezegenlerin yuvarlak olan görüntüsüne inat dikdörtgen görünüşlü bir gezegen,(Japonların küp biçiminde ürettikleri karpuz misali)komediyse komedi olsun.Ama suyunu fazla koymayalım,taşırırız sonra.
Not.Senaryo istenilen her türlü film yani kısa film,slayt,dia,fotoğraf dahil istediğimiz her şey için yazılabilir,bu nedenle dağarcığımızda ufo hakkında bir çok senaryo örneklerini zaten oluşturmuşlardır,bize sadece nasılsa seyirci olmak düşüyor,Burda bunu anlatmak istedim bir bakıma.

Okudum ve çok beğendim doğrusu.Şimdi mcedemir oturmuş bilgisayarın başına ve daha önce hiç düşünmeden, yani pc'nin başına oturduğu anda düşünmüş ve yazmış olmalı bunları.Günler öncesinden düşünülüp yazılmadığı belli,yani anında düşünüp ve hemen yazmak.Hayal gücünün anında kullanılıp yazıya dökülmesine güzel bir örnek olmuş gerçekten.Peki saçma mı? Hayır saçma değil.Neden?..Çünkü cevabı çok basit.Yığınla bilim kurgu hikayesine ve bilim kurgu filmlerine baktığımızda çok olmadık olayların ve hareketlerin filmlerde nasıl da olabilirliğe uygulandığını görüyoruz.Mesela örn.Avatar filminin hikayesini James Cameron film yapılmadan önce bize anlatsa hadi canım çok saçma olmaz böyle şey deme olasılığımız oldukça yüksek olacaktır.Ama bu senaryo film yapıldığında yani Avatar fimi ortaya çıktığında vay be diyebileceğimiz bir film ile karşılaştığımızı görüyoruz.Bu sadece bir örnek olup buna benzer daha bir çok bilim kurgu ufo uzay uzaylı filmleri işte hep tıpkı mcedemirin oturup yazdığı şekilde ortaya çıkmaktadır.James Cameron da böyle yapmıştır kesinlikle.Hiç olmazsa filmin ana hatlarını mcedemir gibi oturup çok kısa bir sürede yazmıştır.Hani olmaz efendim,hiç olmaz saçmalık olur şeklindeki düşünceler bu tarz filmlerin senaryosunu yazarken geçerli olmuyor.Mesela,Mr.Spock'ın kulaklarının uzunluğu Mr.Spock için çok önemli bir ayrıntı olmayabilir ama uzay yolunun seyredilmesinde büyük rol oynadıkları çok bellidir ve filmde atılganın motorlarının ne ile nasıl çalıştığı seyircinin umurunda değilken herkesin Mr.spock ın kulakları ile ilgilenmesi dikkat çekicidir.Yani söylemek istediğim bilim kurgu filmlerinde senaryo mu yazacaksınız,o halde çok sıradışı düşünüp yazmak zorundasınız ve hatta eğer mcedemir gibi anında düşünüp anında yazarsanız daha da ilgi çekici olacaktır ve başarılı olma ihtimali oldukça yüksek olacaktır.Diğer gezegenlere inat dikdörtgen görünüşlü gezegen düşüncesi güzeldi.Bir gün olurda dikdörtgen gezegenli bir bilim kurgu filmi yapılırsa buna da hayran kalacağız,inanın.Sevgiler..

Pes doğrusu Muzaffer Bey,Yazarken karşımda bana bakıyormuşsunuz hissine kapıldım,doğru doğaçlama yazdım,hatta bu nedenle siber çöplüğe çok yazım gitti,aynı cümleleri tekrar yazamıyorum çünkü.aşağıdaki url de bulunan akrilik çalışmalar bana ait,onları nasıl yapmışsam yazılarımda öyledir.Evet yinede hala en iyi bilim kurgu film yapma Amerikalıların elinde,Avrupa sanki buna yatkın değil gibi daha çok edebi kısmından örnekler çıkıyor onlardan film değil.Rus bilim kurgu filmi diye birşeyde kulağa hiç aşina gelmiyor nedense??ilginç.Ama asıl söylemek istediğim dipnot olaraktı.Siz onuda işaret etmişsiniz zaten.

http://www.mygall.net/mcedemir

Jules Verne nin,Doğan Kardeş dergilerinin,(sonrada kanıma bulaşan Daniken) vb kitaplarını okumak zorunda bırakılan bir çocukluğum olduğu için(yaşıtlarım sokakta top oynarken Babamın beni şehir kütüpanesine zorunlu olarak göndermesi yüzünden)ve burnuma gelen macera kokusundan, kaçınılmaz sonuç soluğu denizcilikte aldım,bir kaç dil nedeniylede Turizm ,sonrada kravatlı bir iş ve evlilik yani standart insan..vb..vb..Teşekkürler sayfamı ziyaretiniz için.Yeryüzü bundan ibaret ama uzay için bunları söyliyemiyeceğim sınır falan yok yukarda.

Acıkcası senaryo yazmakdan yada fılm cekmekden cok fazla anlamam , ancak bana gore yazılabılcek en guzel senaryoyu pek cok fılme fıkır veren benım ustadım ısaac asımov yazmıs. '' Son soru '' ısımlı kısa hıkayesı bence olabılecek en ıyı bılımkurgu senaryolarından bırısıdır.aşagıda hıkayeyı bılmeyen arkadaslar ıcın paylasıyorum. fılmı cekılcek olsa kesınlıkle 3D gorsel efetkler kullanılmalı.seyırcıyı sınemada uzayın derınlıklerıne goturmek ısterdım.Oyuncularda ıse bu buyuk prodüksiyona yakısacak buyuk oyuncuları secerdım.  Samuel L. Jackson, Anthony Hopkins , Christoph Waltz , Denzel Washington , Russell Crowe , Morgan Freeman  gıbı. yonetmen koltugunada  George Lucas  koysam dunya tarıhının cekılmıs en ıyı fılmlerınden bırının altına ımza atabılırsınız . Tabı malıyetı bır ulkenın gayrısafı mıllı hasılası kadar olucaktır ama gıse hasılatından emegınızın karsılıgını katı ıle alabılırsınız .İyi seyirler....

 

 

SON SORU

 

Son soru ilk kez 21 Mayıs 2016'da insanlık ışığa henüz yeni adım attığında soruldu. Sorulma nedeni beş dolarlık bir bahisti. Şöyle oldu:

Alexander Adell ve Bertram Lupov, Multivac'ın iki sadık teknisyeniydi. Dev bilgisayarın soğuk, tıkırdayan, ışıkları yanıp sönen yüzünün arkasında ne olduğunu bir insan ne kadar bilebilirse, onlar da o kadarını biliyorlardı. Hiç olmazsa artık tek bir insanın bütününü asla bilemediği devrelerin ve aktarıcıların genel planı hakkında birazcık bilgileri vardı.

Multivac gereken ayarlama ve düzeltmeleri kendi kendine yapıyordu. Böyle de olması gerekiyordu çünkü insan eli ile bu işlemlerin yeterince süratle ve doğrulukla yapılması mümkün değildi. Bu yüzden Adell ve Lupov bu dev üzerinde ancak yüzeysel ve çok kısıtlı çalışmalar yapabiliyorlardı. Verileri ona yüklüyorlar, sorularda gereken değişiklikleri yapıyor ve çıkan yanıtları tercüme ediyorlardı. Onlar ve onlar gibi olanlar Multivac'ın zaferinden pay çıkarma hakkına kesinlikle sahiptiler.

Onlarca yıldır Multivac insanın Ay'a, Mars'a ve Venüs'e gitmesini sağlayan gemileri dizayn etmişti. Bunların ötesine gitmeye yeryüzünün fakir düşmüş kaynakları elvermiyordu. Uzun yolculuklar için çok fazla enerji gerekiyordu. İnsan yeryüzündeki kömür ve uranyumu gittikçe artan bir ustalıkla kullanmıştı ama artık her şey tükenmek üzereydi.

Fakat Multivac yavaş yavaş daha derin ve daha kapsamlı sorunları çözümleyebilecek kadar bilgilendi ve 14 Mayıs 2061'de o ana kadar teori olan gerçek oldu.

Güneşin enerjisi depolandı, dönüştürüldü ve tüm gezegende doğrudan kullanılmaya başlandı. Bütün dünya bitmek üzere olan kömürü yakan, uranyum fizyonunu gerçekleştiren düğmeleri kapatıp Ay ile dünyaya eşit uzaklıkta yeryüzünün çevresinde dönen bir mil çapında küçük bir istasyona bağlandı. Artık tüm yeryüzü güneş enerjisinin görünmez ışınları ile çalışıyordu.

Bu müthiş zaferin kutlamaları yedi gündür sürüyordu ve henüz sona erecek gibi de görünmüyordu. Adell ve Lupov en sonunda kalabalıktan kaçıp onları kimsenin aramayı akıl edemeyeceği bir yere saklanmışlardı. Bu yer Multivac'ın muazzam bedeninin bir kısmının görüldüğü yeraltı bölmelerdi. Bir tatili kesinlikle hak eden Multivac da başında kimse olmadan tembel tıkırtılarla verileri düzene sokuyordu. Teknisyenler bu duruma saygı duydular ve onu rahatsız etmeyi -. başlangıçta- akıllarına getirmediler. Yanlarında bir şişe getirmişlerdi ve bütün istedikleri içkinin eşliğinde birlikte rahatlamaktı.

"Düşünecek olursan, ne kadar şaşırtıcı bir şey" dedi Adell.

Geniş yüzünde yorgunluk çizgileri vardı. Cam bir kamışla yavaş yavaş içkisini karıştırarak bardağın içindeki buz parçalarının hareketini seyrediyordu.

"Sonsuza kadar kullanabileceğimiz bedava enerjiye sahibiz. Örneğin onu yer küreyi eritip kocaman bir katışık demir damlasına dönüştürmekte kullansak, harcanan kısmı devede kulak bile olmaz. Artık sonsuza kadar ihtiyacımız olan enerjiden çok daha fazlasına sahibiz."

Lupov başını yana eğdi. Birisi ile zıtlaşmak istediğinde böyle yapardı. Şimdi de zıtlaşmak istiyordu, kısmen de içki şişesini, buzları ve bardakları o taşımak zorunda kaldığı için. . "Sonsuza kadar değil" dedi.

"Haydi canım, hemen hemen sonsuza kadar. Güneş bitinceye kadar, Bert."

"Bu sonsuza kadar demek değil."

"Pekala öyleyse. Milyarlarca yıl. Yirmi milyar belki. Tatmin oldun mu?"

Lupov parmaklarını seyrekleşmiş olan saçlarının arasından geçirdi ve içkisinden küçük bir yudum aldı.

"Yirmi milyar yıla sonsuzluk denmez."

"Sonuçta insanlar yaşadıkça onlara yetecek değil mi?" "Uranyum ve kömür de yeterdi."

"Tamam ama her bir uzay gemisini Solar İstasyona bağlayabiliriz ve gemiler yakıt kaygısı olmadan Pluto'ya milyon kez gidip gelebilirler örneğin. Ne Uranyum ne de başka bir kaynakla bunu yapamazsın. Bana inanmıyorsan, Multivac'a sor."

"Sormama gerek yok, biliyorum."

"O zaman Multivac'ın bizim için yaptıklarını küçümse-meyi bırak" dedi Adell. Öfkelenmişti. "Müthiş bir iş başardı."

"Başarmadı diyen yok ki. Ben yalnızca güneş sonsuza kadar yetmez diyorum. Bütün söylediğim bu. Yirmi milyon yıl güvendeyiz, tamam, peki sonra?"

Lupov hafifçe titreyen parmağını ona doğru salladı. "Sakın başka bir güneşe geçeriz deme."

Bir süre sessizlik oldu. Adell aralıklarla içkisini yudumladı ve Lupov'un gözleri kapandı. Gevşediler.

Sonra Lupov aniden gözlerini açtı. "Bizim güneşimiz bittiğinde bir başka güneşe geçeceğimizi düşünüyorsun değil mi?"

"Hiçbir şey düşünmüyorum."

"Düşünüyorsun. Sende mantık zafiyeti var. Senin sorunun bu. Aniden sağanağa yakalanan ve ormana koşup bir ağacın altına sığınan bir adam gibisin. Islanmaktan korkmazsın çünkü o ağaç olmazsa daha sık yapraklı başka bir ağacın altına sığınabileceğini düşünürsün."

"Anladım" dedi Adell, "Bağırma. Güneşin sonu geldiğinde öteki yıldızların da sonu gelmiş olacak."

‘Tabii gelmiş olacak’ diye mırıldandı Lupov. "Hepsi orijinal kozmik patlama ile oluştu -o her neyse ve bütün yıldızların zamanı bittiğinde onunki de bitecek. Bazıları diğerlerinden daha çabuk tükenir. En büyükleri yüz milyon yıl bile yaşamaz. Güneş yirmi milyar yaşayacak, cüceler belki yüz milyar, en fazla. Ama bir trilyon yıl sonra her şey karanlık olacak. Entropi (enerji yayılım ve dağılımı; ısının ve öbür enerji biçimlerinin yayılıp yavaş yavaş kaybolması eğilimi. ç.n.) mutlaka maksimuma ulaşır, o kadar."

"Entropinin ne olduğunu biliyorum" dedi Adell gururunun incindiğini belli ederek.

"Bok biliyorsun."

"En azından senin kadar biliyorum."

"Öyleyse her şeyin bir gün tükenmek zorunda olduğunu, biliyorsun."

"Aman tamam, tamam. Bitmez diyen oldu mu?"

"Sen dedin. 'Sonsuza kadar ihtiyacımız olan tüm enerjiye sahibiz' dedin. 'Sonsuza kadar' dedin."

Zıtlaşma sırası Adell'e gelmişti. "Belki bir gün yeni bir yol buluruz" dedi.

"Asla."

"Neden olmasın? Bir gün."

"Asla."

"Multivac'a sor."

"Multivac'a sen sor. Haydi bakalım. Beş dolara bahse giriyorum, olmaz."

Adell bunu deneyecek kadar sarhoş, soruyu gerekli sembollerle soracak ve işlemleri yapacak kadar ayıktı. Soru yaklaşık olarak şöyleydi: İnsanlık bir gün güneş yaşlanıp öldüğünde net enerji kaybı olmaksızın onu yeniden genç haline döndürebilecek mi?

Ya da daha basitleştirip şöyle diyebiliriz: Evrendeki net entropi miktarı çok büyük ölçüde nasıl azaltılabilir?

Işıkların yanıp sönmesi yavaşladı, uzaktan gelen bağlantı devrelerinin tıkırtıları durdu. Multivac öldü.

Sonra, ödü kopmuş teknisyenlerin artık nefeslerini daha fazla tutamayacakları anda birden canlandı, yazıcısı çalışmaya başladı. Çıkan kağıtta şu kelimeler yazılıydı: ANLAMLI BİR YANIT İÇİN YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL.

Sabah olduğunda akşamdan kalma iki arkadaşın kafaları ağrıdan çatlıyordu. Bir gece önceki olayı tümüyle unuttular.

 

 

Jerrodd, Jerrodine ve Jerrodette I ve II vizi-ekrandaki yıldızların görüntüsüne bakıyordu. Gemi zamanın olmadığı dış-uzaydan geçişini tamamladı. Yıldız yağmurunun tam ortasında aniden bir parlak mermer disk belirdi.

Jerrodd kendinden emin, "Bu X-23" dedi. Heyecandan sımsıkı arkasında birleştirdiği küçük ellerinin eklemleri bembeyaz olmuştu.

Küçük Jerodettelerin (ikisi de kız) dış-uzay geçidinden ilk geçişleriydi. Bir anlık içerde — dışarıda olma duygusu onları etkilemişti. Kıkırdayarak annelerine koştular. "X-23'e geldik! X-23'e geldik! X-"

"Susun çocuklar" dedi Jerrodine sertçe. "Emin misin Jerrodd?"

Jerrodd "Emin olmayacak ne var?" diye sordu tavanın biraz aşağısındaki şekilsiz metal çıkıntısına bakarak. Çıkıntı oda boyunca uzanıyor, her iki duvarın içinde kayboluyordu. Uzunluğu geminin uzunluğu kadardı.

Jerrodd'un bu kalın metal kablo hakkında bütün bildiği isminin Microvac olduğu ve bir soru sorulduğunda yanıt verdiğiydi. Canınız soru sormak istemediği zamanlarda da yaptığı görevler vardı; Gemiyi önceden belirlenen yere ulaştırmak, çeşitli galaktik enerji istasyonlarından beslenmek, dış-uzay sıçramaları için gerekli hesapları yapmak gibi.

Jerodd ve ailesine gemideki rahat dairelerinde beklemekten başka yapacak bir şey kalmıyordu.

Bir zamanlar birisi Jerodd'a 'Microvac'ın sonundaki 'ac'ın İngilizcede 'analog computer' anlamına geldiğini söylemişti ama bunu bile pek aklında tutamıyordu.

Jeroddine'nin vizi-ekrana bakan gözleri yaşlıydı. "Elimde değil. Dünyadan ayrılmak bana zor geliyor."

"Neden zor olsun canım?" dedi Jerodd. "Orada hiçbir şeyimiz yoktu. X-23'te her şeyimiz olacak. Yalnız olmayacaksın. Öncü göçmen olmayacaksın. Gezegende şimdiden bir milyonun üzerinde insan bulunuyor. Düşünsene, torunlarımızın torunlarının zamanında X-23 o kadar kalabalık olacak ki, yeni dünyalar arayacaklar." Bir süre düşüncelere daldı sonra, "İyi ki bilgisayarlar uzayda yolculuk yapmayı mümkün kıldılar. İnsan ırkı o kadar hızlı çoğalıyor ki."

Jeroddine çok mutsuz, "Biliyorum, biliyorum" dedi.

Jeroddette atıldı, "Bizim Microvac'ımız dünyanın en iyi Microvac'ı."

Jerrodd onun saçlarını okşayarak, "Ben de öyle düşünüyorum" dedi. İnsanın kendi Microvac'ı olması çok hoş bir şeydi. Jerrodd daha erken doğmamış olduğu için memnundu. Babasının gençliğindeki bilgisayarlar inanılmaz büyüklükteydiler. Her gezegende yalnız bir tane bulunurdu. Gezegen AC'si denirdi onlara. Teknolojinin gelişmesi sayesinde transistörlerin yerini moleküler vanalar almıştı. Böylece artık en büyük AC bile bir uzay gemisinin yarısı kadardı.

Kendi özel Microvac'ının güneşi ilk zapt eden o eski ve ilkel multivac'a kıyasla ne kadar gelişmiş olduğunu düşündü ve keyiflendi. Jerrodd'un bilgisayarı dış-uzay sorununu ilk çözen ve böylece yıldızlara yolculuğu mümkün kılan Dünya'nın Gezegen AC'sinden bile çok üstündü.

Kendi düşüncelerine dalan Jerroddine içini çekti, "Ne kadar çok yıldız, ne kadar çok gezegen var. Bana kalırsa aileler bizim şimdi yaptığımız gibi yeni yeni gezegenlere gitmeyi sürdürecek, sonsuza kadar."

"Sonsuza kadar değil" dedi Jerrodd gülümseyerek. "Bir gün bu duracak ama daha milyarlarca yıl sürer. Yıldızların bile sonu gelir biliyorsun. Entropi durmadan artar."

Jerroddette II incecik sesiyle, "Entropi nedir baba?" diye sordu.

"Entropi, tatlım, evrenin ne miktarda bittiğini anlatan bir sözcüktür. Her şey biter, senin küçük yürüyen-konuşan robotun gibi."

"Peki, sen evrene yeni bir güç ünitesi takamaz mısın, robotuma yaptığın gibi?"

"Yıldızların kendileri güç üniteleridir canım. Onlar bir kere bitti mi, yenisi yoktur."

Jerrodett I avaz avaz ağlamaya başladı. "Buna izin verme baba. Yıldızların bitmesine izin verme!"

Jerroddine kızmıştı, "Beğendin mi yaptığını?" diye fısıldadı.

Jerrodd da fısıltıyla, "Korkacağını nereden bilebilirdim?" dedi.

Jerrodette I, "Microvac'a sor" dedi. "Yıldızları yeniden nasıl çalıştıracağını ona sor."

"Haydi, sor" dedi Jerrodine, "o zaman susarlar." (Jerrodette II de ağlamaya başlamıştı.)

Jerrodd çaresizce omuzlarım silkti. "Tamam, güzellerim, tamam. Microvac'a soracağım. O bize söyler. Üzülmeyin."

Microvac'a sordu. 'Yanıtı print et' emrini de ekledi.

Jerrodd çıkan selofilm şeridini eline aldı ve neşeli bir tavırla, "Gördünüz mü, Microvac zamanı gelince her şeyi halledeceğini, merak etmemenizi söylüyor" dedi.

Jerrodine, "Ve şimdi yatma vakti çocuklar" dedi, "Yeni evimize varmamıza çok az kaldı."

Jerrodd selofilmi yok etmeden önce üzerindeki yazıyı dikkatle okudu: ANLAMLI YANIT İÇİN YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL.

Omuzlarını silkti ve vizi-ekrana baktı. X-23'e çok yaklaşmışlardı.

 

 

Lamethli VJ-23X Galaksinin üç boyutlu, küçük ölçüt haritasına bakarak, "Acaba bu konuda bu denli kaygılanmakta haklı mıyız?" dedi.

Nicron'lu MQ-17J başını hayır anlamında salladı. "Hiç sanmıyorum. Şu andaki çoğalma hızımızla beş yıl içinde tüm Galaksi dolmuş olacak, biliyorsun."

İkisi de yirmili yaşların başlarındaydı. İkisi de uzun boylu ve kusursuz görünümlüydüler.

"Yine de" dedi VJ-23X, "Galaksi Konseyine karamsar bir rapor verip vermeme konusunda kararsızım. Onları huzursuz etmek istemiyorum."

"Başka türlü bir rapor vermemiz olası değil diye düşünüyorum. Bırak biraz huzursuz olsunlar. Onları huzursuz etmeye mecburuz."

VJ-23X içini çekti. "Uzay sonsuzdur, elimizin altında yüz milyar Galaksi var. Hatta daha bile fazla."

"Yüz milyar sonsuz demek değildir! Gittikçe de daha az sonsuz oluyor! Düşünsene! Yirmi bin yıl önce insanlık yıldızların enerjisini kullanmaya başladı. Birkaç asır sonra da gezegenler arası yolculuk yapmak mümkün oldu. İnsanlığın küçücük bir gezegeni doldurması bir milyon yıl aldı. Galaksinin geri kalanını doldurması ise yalnızca on beş bin yıl! Şimdi nüfus her on yılda bir ikiye katlanıyor"

VJ-23X onun sözünü kesti. "Bunun nedeni artık ölümsüz olmamız tabii."

"Tamam, pekala. Onu da hesaba katmamız gerekiyor ama ölümsüzlüğün tatsız bir yanı da var. Galaktik AC pek çok sorunumuza çözüm buldu ama yaşlanmayı ve ölümü ortadan kaldırmakla daha önceki tüm çözümlerini geçersiz kıldı."

"Yaşamdan vazgeçmek istemezdin değil mi?"

"Tabii istemezdim!" dedi MQ-17J sertçe. Sonra hemen yumuşadı, "Henüz değil. Daha çok gencim. Sen kaç yaşındasın?"

"iki yüz yirmi üç. Sen?"

"Ben henüz iki yüz olmadım. Neyse konuya dönelim.

Nüfus her on yılda bir iki misli oluyor. Galaksimiz dolduğunda bir başka galaksiyi on yıl içinde dolduracağız. Bir on yıl sonra iki tanesini daha, sonraki on yılda dört tanesini. Yüz yıl sonra binlerce galaksiyi doldurmuş olacağız. Bin yıl sonra bir milyon galaksiyi. On bin yılda bilinen evrenin tümünü Sonra ne olacak?"

VJ-23X, "Bir de nakliye sorunu var. Bir galaksi dolusu insanı başka bir galaksiye taşımak için kaç güneş birimi güç gerekir acaba?" dedi.

"Çok iyi düşündün. Daha şimdiden insanlık yıl başına iki güneş birimi güç tüketiyor."

"Çoğu da ziyan oluyor. Yalnız bizim galaksimiz yılda binlerce güneş birimi güç üretiyor ve biz yalnızca iki tanesini kullanıyoruz."

"Haklısın ama yüzde yüz randımanla kullansak bile sonu ertelemekten başka bir şey yapmış olmayız. Enerji gereksinimimiz geometrik dizi ile nüfusumuzdan bile hızlı artıyor. Daha galaksileri bitirmeden enerjiyi tüketmiş olacağız. Çok haklısın. Gerçekten çok haklısın."

"Uzay gazlarından yeni yıldızlar yapmak zorunda kalacağız."

"Ya da har vurup harman savurduğumuz ısımızı kullanarak yaparız bunu" dedi MQ-17J, acı acı alay ederek.

"Entropiyi tersine çevirmenin bir yolu olmalı. Galaktik AC'ye soralım."

VJ-23X bunu söylerken pek ciddi değildi ama MQ-17J cebinden AC bağlantı aletini çıkardı ve masanın üzerine koydu.

"Evet, benim de biraz buna aklım yattı" dedi. "Çünkü bu insanlığın eninde sonunda karşılaşacağı bir sorun."

Küçük AC bağlantısına düşünceli gözlerle baktı. Küçücük bir kutuydu bu. İçinde de hiçbir şey yoktu ama dış-uzay kanalı ile tüm insanlığa hizmet veren büyük Galaktik AC’ ye bağlıydı. Dış-Uzay düşünülürse Galaktik AC'nin bütünleyici bir parçasıydı. MQ ölümsüz yaşamında bir gün gelip Galaktik AC’ yi gözleri ile görüp göremeyeceğini düşünüyordu. AC kendi küçük gezegenindeydi. Eski ilkel moleküler vanaların yerini güç-ışınlarının maddeyi tutan örümcek ağları almıştı. Eterik ötesi çalışmasına karşın Galaktik AC'nin binlerce metre uzunluğunda olduğu biliniyordu.

MQ-17J birden AC bağlantısına sordu, "Entropinin tersine çevrilmesi mümkün mü?" VJ-23X şaşırmıştı.

"Şey, bunu sormanı gerçekten istememiştim" dedi.

"Neden olmasın?"

"Geriye döndürülemeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Külleri ve dumanı yeniden bir ağaca dönüştüremezsin."

MQ-17J, "Senin gezegeninde ağaç var mı?" diye sordu.

Galaktik AC'nin sesi konuşmalarını kesti. Masanın üstündeki küçük AC bağlantısından gelen sesi ince ve çok güzeldi. Şöyle dedi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."VJ23X, "Gördün mü!" dedi.

İki adam bunun üzerine Galaktik konseye sunacakları rapora döndüler.

 

Birinci Zee yeni Galaksiyi ve içindeki sayısız yıldızları zihinsel olarak, pek ilgi duymadan taradı. Hiçbir yıldızı gözleri ile görmemişti. Acaba görebileceği bir an gelecek miydi? O kadar çok yıldız var ki! Hepsi de insanlarla yüklü. Ama artık bu yük neredeyse ölümcül bir ağırlık haline gelmişti. İnsanların çoğunluğu artık burada, uzay boşluğunda yaşıyordu.

Ama zihinleri, bedenleri değil! İnsan bedenleri çağlardır -gezegenlerde uykudaydı. Arada bir bazı aktiviteler için canlandıkları oluyordu ama bu gittikçe seyrekleşiyordu. Pek az yeni birey hayata geliyor inanılmaz büyüklükteki kalabalığa katılıyordu ama insanlık bunu sorun etmiyordu. Evrende yeni insanlar için artık yer yoktu.

Birinci Zee zihnine başka bir zihnin ipek dokunuşu ile düşüncelerinden sıyrıldı.

"Ben Birinci Zee" dedi, "Sen?"

"Ben Dee Sub Wun. Galaksin?"

"Biz ona yalnızca Galaksimiz diyoruz. Seninki?"

"Biz de bizimkine öyle diyoruz. Bütün insanlar Galaksiye yalnızca Galaksimiz der. Neden olmasın?"

"Doğru. Zaten bütün Galaksiler birbirinin aynı."

"Hepsi değil. İnsanların ilk ortaya çıktığı bir Galaksi olmalı. Bu onu farklı yapar."

Birinci Zee, "Hangisi bu?" diye sordu.

"Bilemiyorum. Evrensel AC bilir." "Soralım mı ona? Birden merak ettim."

Birinci Zee'nin algılamaları o kadar genişledi ki Galaksiler büzülüp küçüldüler ve çok daha büyük bir arka planın üstüne serpildiler. Zihinleri özgürce uzayda dolaşan ölümsüzlerle yüklü yüzlerce milyar Galaksi. Bir tanesi, çok eski ve belirsiz bir zamanda içinde insan olan tek Galaksiydi.

Birinci Zee o Galaksiyi görmeyi çok merak etti ve seslendi: "Evrensel AC! İnsanlık ilk hangi Galakside var oldu?"

Evrensel AC soruyu duydu, uzaydaki her şeyi duyardı. Alıcıları hep hazır durumdaydı ve her alıcısı dış-uzayın bilinmeyen bir yerinde her şeyden çok uzak ve soğuk AC’ ye her şeyi bildirirdi.

Birinci Zee, düşünceleri Evrensel AC’ yi algılayabilecek mesafeye yaklaşabilmiş yalnızca tek bir insan tanımıştı. O da elli-altmış santim çapında parlak bir küreyi şöyle böyle görür gibi olmuş.

Birinci Zee ona "Ama Evrensel AC o kadarcık bir şey olabilir mi?" diye sormuştu.

"Büyük bölümü Dış-Uzayda" yanıtını almıştı. "Biçimi nasıldır bilemiyorum."

Bunu kimse bilmiyordu çünkü Evrensel AC’ ye insan elinin katkısı olmayalı çok uzun bir süre geçmişti. Her Evrensel AC kendinden sonrakini kendisi dizayn ediyor ve yapıyordu. Her biri milyonlarca yıllık ömrü boyunca kendinden daha üstünü yapmasını sağlayacak verileri topluyordu. Kendi data birikimi ondan sonra gelenin datasının altında depolanıyordu.

Evrensel AC Birinci Zee'nin düşüncelerini böldü. Sözcüklerle değil, rehberlik ederek. Birinci Zee'nin zihni bulanık Galaksiler okyanusuna götürüldü. Galaksilerin bir tanesi büyütüldü ve yıldızları seçildi.

Sonsuz bir mesafeden sonsuz netlikte bir düşünce geldi. "İNSANLIĞIN İLK GALAKSİSİ BUDUR."

Diğer Galaksilerden farklı bir özelliği yoktu, Birinci Zee hayal kırıklığına uğramıştı.

Oraya kadar ona eşlik etmiş olan Dee Sub Wun'un zihni birden sordu, "Ve bu yıldızlardan biri insanlığın ilk gezegeni, öyle mi?"

Evrensel AC, "İNSANLIĞIN İLK YILDIZI NOVA OLDU. O ARTIK BİR BEYAZ CÜCE" dedi.

Birinci Zee şaşırmıştı, düşünmeden sordu, "Üzerindeki insanlar öldüler mi?"

Evrensel AC yanıt verdi: "BÖYLE DURUMLARDA OLDUĞU GİBİ FİZİKSEL BEDENLERİ İÇİN ÖNCEDEN YENİ BİR DÜNYA İNŞA EDİLDİ."

"Ah, tabii" dedi Birinci Zee ama nedense bir yitirmişlik hissi duydu. Zihninde insanlığın ilk Galaksisini salıverdi. Galaksi bulanık mavi noktaların arasında kayboldu. Onu bir daha asla görmek istemiyordu.

Dee Sub Wun, "Ne oldu sana?" dedi.

"Yıldızlar ölüyor. İlk yıldız öldü."

"Hepsi ölür. Ne olmuş?"

"Ama tüm enerji bittiğinde bedenlerimiz de ölecek, onlarla birlikte biz de."

"Buna daha milyarlarca yıl var."

"Milyarlarca yıl sonra bile olsa ben bunun gerçekleşmesini istemiyorum. Evrensel AC! Yıldızların ölmesi nasıl önlenebilir?"

Dee Sub Wun güldü, "Entropinin yönünün nasıl geri çevrilebileceğini soruyorsun."

Ve Evrensel AC yanıt verdi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

Birinci Zee'nin zihni kendi Galaksisine uçtu. Dee Sub Wun'u bir daha düşünmedi. Onun bedeni bir trilyon ışık yılı uzaktaki bir Galakside de olabilirdi, Birinci Zee'nin Galaksisine komşu bir Galakside de. Önemi yoktu.

Birinci Zee canı sıkkın bir halde kendine küçük bir yıldız yapmak üzere gezegenler arası boşluktan hidrojen toplamaya başladı. Yıldızlar bir gün ölecekler ama hiç olmazsa yeni birkaç tane yapılabiliyor.

 

 

İnsan kendisi ile birlikte düşündü çünkü İnsan zihinsel açıdan tek bir İnsandı. Trilyonlarca ve trilyonlarca yaşı olmayan bedenden oluşmuştu. Bedenler sessiz ve kandırılamaz yatıyorlardı. Her birine mükemmel ve kandırılamaz makineler bakıyordu. Zihinler ise özgürce birbirlerinin içinde erimiş, farklılıkları kalmamıştı.

İnsan, "Evren ölüyor" dedi.

Sönmekte olan Galaksilere baktı. Müsrif dev yıldızlar çoktan, hatırlanamayacak kadar eski geçmişin en hatırlanamaz bölümünde sönüp yok olmuşlardı.

Yıldızlar arasındaki tozlardan yeni yıldızlar inşa edilmişti. Bazılarını İnsan kendisi yapmıştı ve bunlar da tükeniyordu. Beyaz cüceler muazzam güçler kullanılarak bir araya getirilebilir ve yeni yıldızlar yapılabilirdi ama bir beyaz cüceden tek bir yıldız çıkıyordu ve onlar da bitmek üzereydi.

İnsan, "Kozmik AC'nin dikkatli kullanımı ile Evrenin kalan enerjisi daha milyarlarca yıl yetecek" dedi.

"Yine de" dedi İnsan, "sonunda o da tükenecek. Ne kadar idareli kullanılırsa kullanılsın, enerji bir kere kullanıldı mı yok olur ve bir daha yerine konamaz. Entropi sonsuza kadar maksimuma yükselir."

İnsan sordu, "Entropi geri çevrilebilir mi? Kozmik AC’ ye soralım."

Kozmik AC ile sarılmışlardı ama uzayın içinde değil. Ac'nin en küçük bir parçası bile uzayın içinde değildi. Dış-Uzaydaydı ve ne madde ne de enerji olan bir şeyden yapılmıştı. Yapısı ve boyutları İnsanın anlayabileceği terimlerle ifade edilebilenin çok ötesindeydi.

"Kozmik AC" dedi İnsan, "Kaç tane Entropi geri çevrilebilir?"

Kozmik AC yanıt verdi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

İnsan, "Ek veri topla" dedi.

Kozmik AC, "TOPLAYACAĞIM. YÜZLERCE MİLYAR YILDIR TOPLUYORUM. BENDEN ÖNCEKİLERE BU SORU ÇOK KERELER SORULDU. TÜM VERİLER YETERSİZ KALIYOR."

İnsan sordu, "Verilerin yeterli olacağı bir zaman gelecek mi, yoksa sorun olası tüm koşullarda çözümsüz mü?"

Kozmik AC Yanıt verdi; "OLASI TÜM KOŞULLARDA ÇÖZÜMSÜZ OLAN SORU YOKTUR."

İnsan, "Soruyu yanıtlamak için yeterli verileri ne zaman elde edeceksin?" dedi.

Kozmik AC yanıtladı, "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

İnsan, "Üzerinde çalışmayı sürdürmeye devam edecek misin?" diye sordu.

Kozmik AC yanıt verdi, "EDECEĞİM."

İnsan, "Bekliyoruz" dedi.

Yıldızlar Ve Galaksiler öldüler ve söndüler. On trilyon yıl kullanıldıktan sonra uzaydaki her şey karanlığa büründü.

İnsan birer birer AC'nin içinde eridi. Fiziksel bedenler zihinsel bireyselliğini kaybetti ama bu bir kayıp değil kazanç oldu.

İnsan'ın son zihni AC’ ye katılmadan önce bir an durdu. İçinde son bir karanlık yıldızın tortusundan başka bir şey görülmeyen uzaya baktı. Bir de inanılamayacak kadar ince bir madde vardı. Niteliği belirsiz ısının kesin sıfıra doğru tükenişinin etkisi ile rasgele hareket ediyordu.

İnsan, "AC, bu son mu?' dedi. "Bu kaos yeniden Evrene dönüştürülebilir mi? Yapılabilir mi bu?"

AC yanıt verdi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

 

İnsan'ın son zihni de AC'nin içinde eridi ve var olan yalnız AC kaldı -O da Dış-Uzayda.

Madde ve enerjinin yok oluşu ile birlikte zaman ve mekan da yok oldu. AC bile yalnız son bir soruyu yanıtlamak amacı ile var olmayı sürdürüyordu. O soru ilk kez on trilyon yıl önce yarı sarhoş bir bilgisayar teknisyeni tarafından sorulmuştu. Şimdi -artık şimdi varsa- AC o bilgisayara İnsan'ın o zamanki insana benzediğinden bile daha az benziyordu. Tüm diğer sorular yanıtlanmıştı ama bu son soru yanıtlanmadan AC bilincini salıveremezdi.

Toplanabilecek tüm veriler toplandı, bitti. Artık daha fazlası toplanamazdı.Geriye bir tek toplanan tüm verilerin arasındaki ilişkilerin belirlenmesi ve olası tüm kombinasyonların oluşturulması işi kalmıştı. Bunu yapmaya zaman olmayan bir zaman harcandı.

AC entropinin yönünün nasıl tersine çevrileceğini buldu. Ama bu son sorunun yanıtının bildirileceği kimse yoktu. Zarar yok. -Uygulamalı olarak verilecek olan- Yanıt bunu da halledecekti.

Zamanla ölçülemeyen bir süre boyunca AC bunu en mükemmel biçimde nasıl gerçekleştireceği üzerinde düşündü. Programı özenle organize etti.

AC'nin bilinci -ki bir zamanlar tüm Evrendi- Kaosu ele alıp uzun uzun düşündü. Adım adım yapılması gereken yapılmalıydı.

Ve AC Işığa "OL!" dedi.

Ve Işık oldu.....

 

 

 

 

Hikayedeki AC tanrı oluyor yanılmıyorsam.Veya ona benzetilmiş bir hafıza,sistem.

Ve AC Işığa "OL!" dedi.

Ve Işık oldu.....

Evet aynı bu şekilde başladı her şey.Allah Celle Celalühü (AC) OL dedi ve hemen oluverdi.Ama ilk OL emri ışığa değilde,ışığın da olmadığı yani hiçliğe denildi..

[quote=muzaffer][/quote]1970 lerden bu yana birçok iyi yapılmış veya yapılmamış bilimkurgu seyrettiğimiz halde ve türk sinemasının geçmişide 1970 lerden en az yirmı yıl kadar geriye gitmiş olması bile bırakın filmi çok az sayıda bilim kurgu romanı ortaya çıkarabilmişiz,üstelik çıkan kitabıda birisi alıp senaryoya dönüştürüp film yapmamış,yapamamış,yapmayı para kazanamam diye riskli görmüş...Günümüze dönelim,TV dizilerine,varmı bir dizi bilimkurgu üzerine.Hal böyleyken belki göçüp gitmeden yazmayı bile düşünmüyor değilim,hiç değilse birgün istediğim tatta bir şey oldu bari diyebilirm belki.Bizm kuşak zamanında halk kütübaneleri vardı,eğer gönüllüce gidip oralarda birşeyler okuyorsan ne ala,yok sokakta arkadaşlarla oyun oynamak dururken,kütübaneye gönderiliyorsan ceza korkutmacası ile o zaman gittiğinde ne okuyacaksın?Öyle kitaplar olmalıki oyun heyecanının yerini tutmasada yinede sürükleyici bir şey olmalı,daha resimli roman falanla haşır neşir olmadığımız için.Tamam o zaman JULES VERNE kendi kendime keşfettiğim ilk bilim kurgu yazarı oldu,aya seyehat ten denizler altında yirmibin fersah vb derken sıçrama zamanla birlikte Eric von Daniken e kadar devam etti,artık Daniken sinemayıda kapsayınca bilimkurgunun filmlere aktarılması için sinema seyircisi hazırdı bile,tam bu arada superman,betman ler çıkıverdi,bunlarda iyi bir set yapıp farklı kitaplara atlamamı engelledi,Sonuçta daha pc ler bile ortada yokken bizim kafamız pc ötesi aletlerle çoktan sarmaş dolaş olup bilimkurgu seyirci ve okuyucusu olarak iyi yetiştirdik kendimizi,Artık Amerika üzerimizden silindir gibi geçebilirdi,hazırdık çünkü.Ama Türk sineması hiç bir zaman ciddi olarak bilim kurgu kapısını çalmadı,Cüneyt arkın komedilerini söylemeye gerek yok.Sorum şu,Türkiyede okuyucu ve seyirci alt yapısı oluşmadığı içinmi kitap ve filmler yapılamadı acaba?Yoksa bizim milletimiz bilimden yana şeyleri safsata olarak mı gördüğünden filmleride öyle olacağı düşünüldü.Ya seyircinin kendisi aşağılandı,ya beceriksiz sinemacılar işgaline uğradı türk sineması,yani SPİELBERG gibi birisi Türkiyede çokmu ütopik olurdu,Bu konuda bile çok konuşulacak,tartışılacak şey var ama en iyisi bir kuşakta çıksın bilim kurgu film yapsın ne olur yani,inanılması zor ama yıllarca türk sinemasını salonlardan izlemedim bu yüzden,izlemeyide düşünmüyorum,Ben bilimkurgu film seyircisiyim genelde.

Çok doğru söylüyorsunuz,bilim kurgu filmi ne demek türk sinemasının bilim kurgu filmi yapması ne demek.Yapılan bilim kurgu filmlerine baktığımızda hep dalga geçer gibi yapılmış filmler görüyoruz.Yani komedi tarzında bilim kurgu yapılmış.Daha doğrusu biz bu sinema işini beceremiyoruz.Mesela muhteşem yüzyıl neden çok eleştiri alıyor,çünkü yanlışlar var.Tarih başka diyor film başka diyor.Efektler yabancı,müzik yabancı vs vs..Yapamıyoruz yani..Yahu onlarca dizi yapılıyor bir tanede bilim kurgu yapın.Ama olmuyor maalesef.

Oren Peli,İsrail asıllı amerikan yönetmen,Şu paranormal activity lerin yönetmeni,2015 tarihli Area 51 adlı korku filmini çağrıştıran bir filmi daha kotarmış,ama bu yönetmenin zemini sağlam,uzun soluklu bilim kurgu işlere girmeden önce kendisi aynı zamanda bir bilgisar program yapımcısı ,bir grafik programı olan Photon paint programı bile yapmış.Benim dikkatimi çeken şey sadece bizim evrensel konumuz olan ufoloji içine sanat dalı sinema ile bağlandığı ve içine neyi pompaladığı,Daha sonrada kullandığı sinema dili ile dökümanter,belgesel biçiminde bir anlatım tarzı ile hayalden gerçeğe doğru bir çıkış kapısı yaratmış.filmin fragmanı bile böyle.Şu meşhur area 51 tabelası dikili durduğu yerde hemen kameranın önünde,yönetmen motor diye bağırmış bu tabelanın önünde....Aslında bizim dağarcığımızın filmide böyle çekildi yıllarca,tek farkı uzun metrajlı film kullanmak yerine fotoğraf kareleri,ama bu karelerle birbirleri ile kafamızda bağlantı kurup,birbirlerini kendimizin montajını yaptığı asıl filmleri biz çektik,herkes ayrı bir yönetmen kendi çapında.Konuyu sonlandırırken,bundan on sene sonra ölmüş olan john wayne bile filmde oynayacak,hemde canlı gibi ve yepyeni bir senaryo ile,ister inanın ister inanmayın,ha bunu neden söyledim,Böyle bir gerçekle yüzyüze gelindiğinde ufoloji konusu kimbilir hangi boyuta taşınır,yani hayalin yüzdeyüz gerçekmiş gibi filmini göreceğiz demektir.O zaman şimdiki youtube videoları baya bir gülünç hale gelecek.İnsanın aklına gelen tuaf şeylerden biriside şu,tabi bu filmler izlendikçe akla geliyor.Astronotlar için hazırlanmış elbiselerle onlar uzayda yürüyebiliyor,ufo diye yıllarca belli bir biçimde karşımıza çıkan koca siyah gözler,normalden büyük kafalar(sanki kask gibi)tek tip gri renkli vücutlar,Ya toplamda bir astronot kıyafetiyse???içinde kimbilir nasıl bir yüz ve deride olan canlı var?Ama bir kıyafeti bile ufo olarak bize yıllrca inandırmaları pek hazmedilecek bişey olmazdı heralde :-))Biz yine iyisimi öyle bilelim,kandırılmak pek iyi tat bırakmıyacak..

Dizilerimiz hemde yurt dışına sattığımız,orta doğu ve balkan ülkelerine....o ülke insanlarınında bizden bilim kurgu dizisi beklediğini sanmıyorum ben...bakmayın iran bişeyler gönderiyorum uzaya falan diyor...Ama hindistan onca dans müzikli filmler yaptıktan sonra nasıl marsa bişey gönderdi hayret?Bizim nesil ciddi bir bilim kurgu dizisi falan görmez,göremez,Cem yılmazda el atınca cem yılmaz gibi filmler oluyor işte,halbuki onda baya malzeme var,olanakta var,komedyenliğimi  zedelenirde onun için ciddi bişey yapmıyor acaba?