Ana içeriğe atla
17 Nisan 2012 tarihinde muzaffer tarafından gönderildi

Uzayda Bir Yerlerde Akıllı Dinazorlar Var..

ABD’li bir bilim insanı, dinozorların başka gezegenlerde akıllı varlıklar haline gelerek insanlık gibi medeniyet kurmuş olabileceklerini öne sürdü.

ABD’nin Columbia Üniversitesi’nde akademisyen olan Ronald Breslow, söz konusu teorisini Dünya’daki yaşamın yapı taşları olan amino asitlere dayandırdı.

Journal of the American Chemical Society dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, meteorlarla Dünya’ya gelen amino asitler solak (L-geometri yapısı) veya sağlak (D-geometri yapısı) oryantasyona sahip. Yaşamın oluşabilmesi için, amino asitlerden meydana gelen proteinlerin L veya D geometri yapılarına sahip olması gerekiyor.

Bazı bakteriler dışında, Dünya’daki yaşamın temeli L-geometri yapısına sahip proteinlere dayanıyor. Amino asitlerden oluşan şeker de D-geometri yapısına sahip.

Breslow, Dünya’da bugün var olan yaşamın, milyarlarca yıl önce gezegenimize gelen meteorların taşıdığı amino asitlere dayandırıyor. ABD’li bilim insanı, aynı düşünceye dayanarak, evrenin bir yerlerinde akıllı dinozorların hakimiyet kurduğu gezegenler olabileceğini öne sürüyor. Kısaca, dinozorlar 60 milyon yıl önce Dünya’daki hakimiyetlerini, daha ileri deviyede başka gezegenlere taşımış olabilir.

DİNOZORLARIN METEORLARLA YOLCULUĞU

Breslow, D-geometri yapısına sahip amino asitlerin meteorlarla başka gezegenlere taşınmış olabileceğini savunuyor.  Böylece, çok farklı bir evrim süreci evrenin diğer köşelerinde gerçekleşmiş olabilir.

Yani, Tyrannosaurus rex ve diğer yırtıcı dinozorlar, vahşi ama akıllı canlılar haline geldi. Bu da, bir gün evrim geçirmiş dinozorların gezegenine yollanacak olası bir keşif ekibinin çok zor bir durumda kalabileceğine işaret ediyor.

DİNOZORLAR NEDEN DÜNYA’DA AKILLANMADI?

Dinozorlar, on milyonlarca önce nesillerinin yok olmasına neden olan felaketlerle karşılaşmasaydı, bugün kendi medeniyetlerini kurmuş olabilirlerdi.

Dinozorların nasıl yok olduğu, bugün hala tartışılan bir konu. Kabul edilen genel görüş ise şöyle:

Dev bir meteor, yaklaşık 65,5 milyon yıl önce Yukatan Yarımadası’na isabet etti. Hiroşima’ya atılan atom bombasından bir milyar kat daha güçlü olan çarpışmanın etkisiyle, inanılmaz bir ısı ortaya çıktı. Enkaz ve buhar, Dünya’nın atmosferini en az 10 yıl boyunca kapladı. Dünya’daki yaşamın yüzde 90’ı yok oldu. Geriye, modern insanın da atalarının arasında bulunduğu bazı memeliler, az sayıda bitki ve hayvan türü kaldı.

Peki dinozorlar nasıl diğer gezegenlere ulaştı? Bu sorunun cevabı yine aynı meteor da yatıyor.  Cornell Earth and Planetary Astrophysics Journal dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, dinozorları Dünya’da yok çarpışma, dev kertenkelelerin kalıntılarını diğer gezegenlere taşıyan meteor parçaları oluşturdu.

Kısaca, biz koca kafarlı yeşil uzaylılarla karşılaşacağımızı düşünsek de, beklenmedik bir sürprizle de karşılaşabiliriz.

ntvmsnbc

Yorumlar

Hep hiper gezegenler bulunup duracak değil ya :) "Hiper zekalar" da bulunabiliiiiiir !!! Böyle  bir çalışma bu saygın bilim insanınca ortaya atılmış ilginç, doğru, bunu araştırma yapmadan da kestirebiliyoruz hani...Ha bir de dünyada neden bu zeki şeyler evrilmedi gibi tuhaf bir soru sorulup cevaplanmak istenmiş sanki olmadıklarından ve taşınmadıklarından eminler hadi biraz fantazi kuralım : ) Bazıları bu bilim insanın dalga geçtiğini düşünüyor o derece tuhaf karşılabiliyorlar bu da ilginç, hiç böyle bir araştırma yapıp duyurmasalar kimsenin umrunda da değil, zaten böyleleri vaaaar...Amino asit kısmına yoğunlaşılmış tam anlayamadım haliyle özet geçilmiş ama neden o nokta üzerinde gereksizce durulmuş önemli olan oluşan yaşamın evrilmesi ilk hayat değil bu bilim insanlarını anlamıyorum kafa bulmak için ne kullanıyorlar diyecem ayıp olacak : ) İnsanlara uzaylı var desen  bile umurlarında değil bunu anladım...bu noktada devreye girmek lazım ama nasıl?

fishéyé Bunlar daha çok varsayım özelliğindeki,hani ya varsa,ya olursa şeklindeki çalışmalar.Bilim adamları zaman zaman yapar böyle tuhaf haber ve araştırmalar.Eee dünyanın en önde giden fizikçisi stephen hawking uzaylılar ile sakın konuşmayın derse,ve uzaylıları tuhaf yaratıklara benzetip resmettirirse,bu durumda bazı bilim adamlarının uzayda bir yerlerde akıllı dinozorlar var demesi çok ta şaşılacak bir şey olmamalı...

Sanırım Bu tür açıklamaları geçen yıl içinde NASA nın yaptığı ve kısaca Kalifornia-Mono gölünde bulunduğu söylenen arsenik içinde yaşayabilen bir organizma ve bundan bilinmeyen yaşam türleri olabilirliğe düşünce atlaması yapılabilirliği,hal böyle olunca yeni bir alanda geniş hayal objeleri de gayet doğal olarak yaratılabilir, üstelik belli bir gerçek ve bilimsel inandırıcılığada dayanıyor.Bende bugüne kadar bize fotoğrafik baskıyla kabul ettirilmiş olan iki koca göz bir küçük ağız ve üç parmaklı gri,mavi tür görünümlü ddv adına gömülmüş tanımlamanın tozlarından belli bir miktarından silkindim,Bilimsellikten uzaklaşmadan,Bilinmezliğe doğru yol alan ve şu andaki bilinç düzeyimizle kabul edilebilirliğinden şüphe etmediğimiz  her ne düşünce olursa olsun kulağımızı gözümüzü kapatmamamız gerekli.Hele hele bütün çirkinlikleride icat etmekten geri kalmamış insanoğlunun kendisine inat kendisi ve etrafındaki canlı cansız varlıklarla tüm güzelliklerle kuşatılması(görsün yada görmesin)Soyunun devamının öngörüldüğü yada formatlandığı düşünülürse Bildiğimiz anlamda Kıyamet de elbette bir şekilde yaşanacak.Yok oluş aynı zamanda yeniden doğuş anlamınada gelmiyormu nasılsa..Uzayda kendi etrafında dönen Dünyada yaşamak,Kendi düşüncesi etrafında dönen İnsan olarak kalmayıda gerektirmiyor,Elbette bu Düşünce bir şekilde dışardan dalgalanmaya uğrayacak ama bunun Herhangi bir ülke tarafından kendi çıkarına dönüştürülmemesi yada buna gücü yetmemesi gerekiyor.Ben kendi adıma Güneş ışığının heryere girmesine ve karanlığa rağmen içerdeki parıltıların hep görünmesinden yanayım.Artık bu zamanda hala vardı-yoktu tartışması varsa ben o tartışmada yokum.Biz görmüyorsak yoktur yanıt olmaktan çıkalı baya bir zaman geçti.Bir alıntı ile farklı bir bakışa doğru gitmek istersek önce buraya alalım:Hemoglobinin en önemli özelliği, oksijen atomlarını yakalama yeteneğidir. Bu yetenekli molekül, kandaki milyonlarca molekül içinden özellikle oksijen moleküllerini seçer ve onları yakalar. Bunu bir yetenek olarak nitelendiriyoruz çünkü rastgele oksijen molekülüne bağlanan bir molekül okside olur ve işlev göremez hale gelir. Bu nedenle hemoglobin, usta bir avcı gibi, avına hiç dokunmadan, onu sanki bir maşa ile tutar gibi yakalar.Sadece şunu sorsak,Hemoglobin dediğimizin Bizim için Tasarlanıp işlevleri kodlanıp bunu bizim yaşamımıza  monte edilmesi.Bizim yaratıcımızdan dolayı değerli kılınmamız,Ha, Bunun ne olduğuyla bile ilgilenmeyen bir sürü insan yaşamı bir tarafta, birde bunlardan beş milyar önce haberdar olmuş uzayın bir köşesinde yaşayan başka bir yaşam topluluğu, Şekli ne olursa olsun,Düşüncelerin neden sınırı olmayacağının algılanması ile ilgili bir örnek.Bundan dolayıda Onların yapabileceği bambaşka teknolojilerle  araçlar hayal edilebilir.Bizim yaptığımız ve yapabileceklerimiz henüz bize rağmen olduğu için ötesine gidemedik.Biz dediğim bizim Yüzyılın İnsan nesli.Hani yüz nakli yapmayla uğraşan bizler.Ne küçümsüyorum,nede dalga geçiyorum,sadece nerelerde asılı duran tablolara bakıyor olduğumuzu kendimce söylüyorum hepsi bu.Sevgiler.

kastetiğiniz şey bunun gibimi :D
http://mmmmmoo.com/files/wallpapers/tyrannosaurs-in-f-14s.jpg
Neyse konuya dönelim bence oluşturulan teori oldukça mantıklı insanoğlunun geniş bir kitlesi neden evrende  tek biz varız biz olmasakta en mükemmel ırk insanoğludur düşüncesini hala anlamış değilim..Bu nasıl bir inanmama isteğidir.
Uzun lafın kısası izlediğim her belgeselde dünyaya çarpıp dinazorların nesillerini yok eden gök taşının güçlü bir şekilde çarpıp uzaya toprak parçları sıçrattığı gösderilmiştir..böylelikle bu teori biraz uçuk olsada imkansız değildir..nede olsa imkansızlığı insanlar kendileri belirler..

Çupakabra

Karanlık yeni çökmek üzereydi.Esen hafif rüzgar bir bahar havası kadar tatlıydı. Karanlığın misafirleri henüz ortaya çıkmamıştı.

Naci o gün işten eve erken gelmiş akşam yemeğini güneş batmadan yemişti. Heyecanlıydı. O yüzden işinden erken gelmişti. Çünkü garip bir ses bu vakitler ortaya çıkıyordu. Ses kuş sesine benziyordu. O sesi duyanlar hayvanın kuş olmadığında hem fikirdiler.

Naci iş yerinden bir de kamera getirmişti. Aylardır merak ettiği şeyin peşine düşecekti. Hayvanı görüntüleyebilirse müthiş olacaktı.

Naci fotoğraf dükkanında bir müşteriden duymuştu. Naci’nin tarif ettiği ses Çupakabra’ya aitti. Çupakabra keçi kanı emen demekti. Çupakabra güney Amerika da tıpkı koca ayak gibi efsanelere girmiş hayvanlardandı.Müşteri Naci’ye kamerasını alıp o hayvanı filme almasını tavsiye etmişti. Naci de öyle yapmıştı.

Henüz saat akşamın dokuzuydu. Naci balkona çıkmış tatlı esen rüzgarın serinliğinde dinleniyordu. O sesi bekliyordu. Yan komşusu Fikri bey de balkondaydı.

Fikri Naci’ye seslendi. Naci bey senin şu canavarın sesini ben de duydum.”

“Öyledir. Onun ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz.” Naci sonra ekledi. “ İş yerinden kamera getirdim Birde o hayvan Çupakabraymış.”

“Nedir o?”

“Amerika da efsanelere girmiş tıpkı koca ayak gibi.”

“Koca ayağı bilirim. Televizyonda belgesellerini izledim. Dev gibi bir adam Her tarafı kıllı.”

Naci araya girdi.. “O koca ayak dediğin canlının geçmişi insandan daha eski. Çünkü insan koca ayağı yaşadığı yerlerde bulamıyor. Bu demektir ki koca ayak gezegenin yerlisi. Saklanmasını ve kendince yaşamasını biliyor.”

“Dediğin doğru. Bence biz insanlar o koca ayaklardan daha yabaniyiz. Neden de. Çünkü koca ayak olsun , senin dediğin Çupakabra olsun hikayelerimizle onların yaşantılarının cılkını çıkarıyoruz.”

Fikri bey sana bir şey diyeyim. İnsan bilmedikçe azıtıyor. Ama emin ol bir gün insanoğlu cahilliğe dönüş yapacak. Çünkü cahilliğin keyfiyeti hiçbir yerde yok.”

“Çok doğru söylüyorsun.” Diye karşılık verdi.

Tam o sırada bir böğürtüye bir çığlık sesi duyuldu.

Naci “Fikri bey işte ses duyuldu. Gel beraber gidelim şu sesin yanına.”

Fikri daveti bekliyordu. “Tamam hemen geliyorum.” Dedi. Yerinden kalktı. Balkondan içeriye geçti.

Naci de yerinden kalkıp içeriye geçti. Masanın üzerinde duran kamerasını aldı. Hızla kapıya yöneldi. Ayakkabılarını aceleyle giydi. Dördüncü kattan aşağıya inmesi bir anlıktı. O an aşağı indiğinde karşısında Fikri beyi buldu. Beraberce yola çıktılar. Yolu atlayıp ormanın içine doğru ilerlediler.

Çupakabra denen hayvanın sesine gittikçe yaklaşıyorlardı. Naci’nin elinde pille çalışan lamba vardı. Gerisinde Fikri onu takip ediyordu. Ses gayet açıkça duyuluyordu. Çünkü etrafta hiç ne araba sesi vardı ne de başka bir şey. O an orman hayvanları sanki korkmuş ve inlerine sinivermişlerdi. Ses onlara yabancı olmalıydı. Belki hayvanlar ondan susmuştu. Çünkü her hayvan tehdit algıladığında kendi türü dışında ki hayvanları sesleri ile uyarırdı.

Naci bir an durdu. “Bak Fikri bey. Orada.” Dedi.

Fikri’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü birkaç Çupakabra bir arada ve önlerinde kuvvetli bir ışık kaynağının aydınlığında bir geyik ile besleniyorlardı.

Fikri sordu. “Bunlar uzaylı mı?”

“Çupakapralar uzaylı değil. Onlar daha çok boyutlar arası seyahat eden canlılar.”

O sıra Naci kamerasını açmış yaşananları filme alıyordu. Dehşetli sahneler görüyorlardı. Çünkü Çupakapralar acımasızca geyiği ısırıp kanını ememeye devam ediyorlardı. Bir süre sonra hayvanı bıraktılar. Önlerindeki ışık huzmesine yöneldiler. Ve ışığın içine girip gözden kayboldular. Ardından ışıkta beraberinde kayboldu.

Naci “Tamam. Baştan sona eksiksiz filme aldım. Gel Fikri bey. Kayboldukları yere bir bakalım.” Dedi.

İlerlediler. Nacxi ışığı yere tuttu. Her tarafı delik deşik olan geyiği gördü. Çupakapralar geyiği yememişti. Ama kan içtiklerinden geyiğin vücudunda ısırıktan benekler oluşturmuşlardı. Naci az ileri doru Çupakapraların kaybolduğu noktaya yöneldi. Siyah bir kutu gördü. Eğilip onu eline aldı. Lambasına tuttu. Baktı. Yassı, dikdörtgen, siyah, metalden kutunun bir yüzünde bir üçgen gördü.

“Bu ne ola ki?” diye söylendi.

Elini üçgene değdirdiğinde ortalığı birden ışık kapladı. O an siyah kutu Naci’nin elinden yere düştü.

Naci Fikri’ye “Fikri bey ne dersin. Onların yaptığı gibi biz de ışığın içine girelim mi?

“Deneyebiliriz.”

Naci önde Fikri gerisinde ışık huzmesinin içine girdi.

Aman Allah’ım. Neler görüyorlardı. Naci ve Fikri ışık geçidinden içeriye girdiklerinden beri gözlerini mimarisi piramit olan yapılardan alamadılar. Burada bambaşka uygarlıklar yaşıyordu. Havada daire şeklindeki araçlar hiç eksik değildi. Belki Naci yanlış düşünmüştü. Kendileri boyutlar arası değil yıldızlar arası bir yolculuk yapmıştı. Çünkü gök yüzü bambaşkaydı. İki tane güneş vardı. Ve irili ufaklı gezegenin bir sürü uyduları vardı. Naci tedbiri elden bırakmamak için geçit kapısı olan siyah kutuyu yanına aldı. Kamerası durmadan çalışıyordu.

Ağaçlar arasında ilerlediler. Naci piramit şehrine kamerasını zumladı. Hiç insan yoktu. Ama her tarafın Çupakapra kaynadığını görüyordu.

Fikri tedirgin olmuştu. “Bunlar bize zarar verir mi?” diye sordu.

Naci “Zannetmem. Çünkü bunlar dünya dalarken hiçbir insana zarar vermiyorlar.”

Hava aydınlıktı. Naci kamerası ile çekebildiği kadar görüntüyü çekmişti. Kaset dolunca kamerasının içinden çıkardı. Kamerayı yere bıraktı.

Fikri sordu. “Kamerayı niye bırakıp gidiyorsun?”

“Bunlar insana zarar vermez ama hangi sütten içtiklerini bilmiyoruz. Koşmamız gerekirse kamera ağırlık yapar. Ondan bıraktım.”

Ağaçlıklar bitmişti. Naci’yi ve Fikri’yi Çupakapraların görmesi an meselesiydi. Naci elindeki geçit cihazının nasıl çalıştığını bildiğine güveniyordu. Bu sayede Çupakapralara görünecek ve onların tepkisini öğrenecekti. Saldırırlarsa cihazı çalıştırıp hemen geçide girivereceklerdi.

Naci’nin beklediği gibi olmadı. Naci ve Fikri görününce Çupakapralar sağa sola kaçışmaya başladılar. Kısa süre sonra ortalıkta hiç biri kalmadı. Hepsi Piramitten inlerine girdiler. Gök yüzü den o an uçan daireler uzaklaşıp gittiler.

Naci içn bu yaşananlar bulunmaz bir fırsattı. Sağda solda gördüğü cihazlara bir süre ilgi ile baktı Kim bilir ne işe yarıyorlardı. Anlamak için uzun süreler gerekiyordu. Ama önce Çupakapraların kendilerinde neden kaçtığını bulmalıydı. Bu bir tehlike miydi yoksa gerçekten korkmuşlar mıydı.

Fikri Naci’ye o an sordu. “Çupakapralar bizden niye kaçtılar?”

“Bilmem. Açıkça söyleyeyim. Tedirgin oldum. Belki bu büyük bir saldırının sessizliğidir.”

Fikri “Saldırılacak sadece ikimiz varız. Bence onlar bir şeyler biliyor. Ve ondan dolayı kaçıyorlar.”

Naci “Ne acayip şehir burası. Her taraf piramit dolu. Dört duvar ev yapmak varken neden piramit yapmışlar ki.?”

Fikri “Piramit diye es geçme. Çünkü bir yerde duydum. Piramitler kozmik enerji kaynağıymış. Kozmik enerji maddelerin yaşlanmalarını geciktiriyormuş.

Naci” Bu nasıl oluyor?”

Fikri “Bana söyleyen kişi bir deneyden bahsetti. Telden piramit in içinin tam ortasına elma koymuşlar. Ve elma daha önceki gibi değil daha uzun sürede çürümüş.”

“İyi de dışarıdan müdahale olmadan elma nasıl kararmıyor?”

Fikri “Anladığım kadarıyla bu görünmez ve gizli olan kozmik enerjinin işi.”

O an Naci ve Fikri yürüyerek ilerliyorlardı. Bir piramit in önünde durdular. Piramitin boyu iki katlı bir ev kadardı. Kapısı ve pencereleri vardı. Ama pencerelerden içerisi görünmüyordu.

Naci “Ne dersin içeriye bir bakalım mı?”

Fikri “Bakamlım. Ama ya onlarla karşılaşırsak?”

“Önemli değil. Nasıl olsa huylarını öğrendik.”

Giriş kapısından içeriye girdiler. Burunlarına o ana ıslanmış ve küflenmiş bir ekmek kokusu geliyordu. Evin duvarlarında yaratıkların uygarlıklarına ait yazılar vardı. Ve Piramit in koridorlarında sütun şeklindeki cihazlar dikkat çekiyordu.

Bir odaya girdiler. Oda tıpkı koridor gibi fosforumsu bir ışık yayıyordu. İçeride oturulacak ve yatılacak yerler vardı. Ama o yerler dikdörtgen şeklinde taştandılar.

Bir tane yarım küre şeklindeki cihazdan ışıklar çıkıyordu. Naci kürenin yanına yaklaştı. İncelemeye başladı. Eliyle küreye dokundu. Birden rotaya hareketli görüntüler çıktı. Naci o an film izliyor hissine kapıldı. Görüntülerde piramitler vardı. Ve her bir piramit in etrafına halka olmuş Çupakapralar piramit e sürekli secde ediyorlardı. Naci küreyi ellemeye devam etti. Yuvarlak bir çıkıntının üzerine dokundu. O an müthiş güzel ve heyecan verici bir müzik sesi duymaya başladılar.

Naci “Bu da onların radyosu galiba.” Diye söylendi.

Naci ve Fikri kendilerini müziğe bilinmez bir şekilde kaptırıverdiler. Yere oturdular. Ardından sırt üstü yatıp uykuya daldılar. Ses onların zihinlerine girerek cennetsi hayaller yaşatmış ve iki insanı bu sayede bilinmez bir şekilde uyumalarını sağlamıştı.

Naci ve Fikri uyandıklarında artık eskisi gibi iki insan değillerdi. Vücut şekilleri değişmiş ve Çupakapra olmuşlardı. Onları bu hale getiren diğer Çupakapralardı. Naci kendindeki ruha çok kolay alışmıştı. Fikri de öyleydi. Artık onlar keçi kanı emen kişilerdi.