Ana içeriğe atla
4 Ocak 2011 tarihinde BarisAslier tarafından gönderildi

Ekzobiyoloji...

Sevgili Dostlarım, Canlılık konusu, aslında dünyayla sınırlı bir olgu değildir. Genel anlamda canlılık konusu evrensel bir olgudur. Bunu dünya gibi, evrende toz zerresi kadar olan bir uzaysal obje ile sınırlamak çok dar bir görüş olur. Çünkü bugüne kadar yapılan araştırmaların sonucunda elde edilen bilgiler, belgeler, gözlemler ve araştırmalar bunu söylemektedir. Kısaca uzaysal bilgilerimizi hatırlayacak olursak Galaktik ölçüleri veya Güneş sistemi ile ilgili ölçüleri göz önüne getirirsek bir de dünyanın boyutlarını göz önünde tutarsak görürüz ki, şu an üzerinde yaşadığımız dünya gezegeni bu boyutlar ölçüsünde hemen hemen hiç durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla bu küçücük ölçüler içine canlılık gibi evrensel bir olguyu sığdırmak, sıkıştırmak ne kadar doğru olur? Çünkü şu anda dünya dışı canlılıkla ilgili pek çok belge, gözlem, araştırma ve hatta tarihsel bulgular bulunmaktadır. Bu bilgiler ışığında ortaya çıkan sonuç Evrende yalnız olmadığımız yönündedir. Dünya dışı canlılık konusu bir olasılık değildir. Dünya dışı canlılığın yaygınlığı söz konusudur. Evrenlere dağılmış olması söz konusudur. Hatta çok değişik şuur düzeylerindeki varlıklar evrenlere yayılmış vaziyettedir...

Dünya dışı canlılık yani bilimsel adıyla ''Ekzobiyoloji''  konusunda yapılan araştırmaları 3 ana başlık altında incelemek mümkündür...

l- Meteorlarla ilgili araştırmalar...

2- Yapay atmosfer araştırmaları...

3- Radyoteleskoplarla yapılan Yıldız dinleme operasyonları...

 

''Meteorlarla ilgili araştırmaları şu şekilde özetleyebiliriz''...

Yapılan araştırmalar sonucunda, uzaydan dünyamıza sürekli olarak meteor yağmurları olduðu görülmektedir. Dolayısıyla dünyamıza dış uzaydan bazı partiküller gelmektedir. Bunların üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda bilim adamları organizma sporlarına rastlamışlardır. Aminoasitlere, Yağ asitlerine, Hidrokarbonlara ve organik bileşiklere rastlamışlardır.

Hatta Meteoritlerden bir kültür bile oluşturulmuştur...

 

Yapay Atmosfer araştırmaları...

1953 yılında Stanley Miller adlı bir bilim adamının dünyanın oluşumu sırasındaki atmosferini laboratuvar ortamında yapay olarak meydana getirmesiyle başlamıştır. Bu atmosferin içerdiği maddeler şunlardan oluşmaktadır. Metan, Su buharı, Amonyak, Karbondioksit ve Siyanhidrik asit bileşikleri. Görüldüğü gibi bunların hepsi, su buharı hariç şu anda bizler (canlılar) için zehir durumundadır. Görüldüğü gibi dünyada canlılık, şu an bizler için zehir sayılabilecek bir ortamda başlamıştır. Yapılan bu araştırmalar sonucunda; Evrende canlılığın, yani hayatın meydana gelebilmesi için suyun ve oksijenin şart olmadığını söyleyebiliriz...

 

Radyoteleskoplarla ilgili...

araştırmaların başında ise, 1960'larda Amerikanın önemli astronomlarından biri olan Prof. Frank Drake tarafından başlatılmış olan Ozma Projesi vardı. Projede o zamanın radyoteleskoplarıyla uzaysal objeden gelen sinyal tipleri dinlenmeye başlandı. Bunun uzantısı olarak günümüzde de hala SETİ (Search for Extra Terrestrial Inteligence ) Dünya Dışı Yaşamı Araştırma Projesi sürdürülmektedir. SETİ projesinin arkasında bugün NASA destekli olmak üzere Planetary Society bulunmaktadır. Ve bu araştırmalar günümüzde de yıldız dinleme projesi olarak devam etmektedir...

Bu çalışmaların paralelini Rusyada da görmekteyiz. Örneğin; Gorki gözlemevi müdürü Prof. Vesvolod Troitsky, "Başka medeniyetlerin bizi elektromanyetik dalgalarla taradığına kuvvetle inanıyoruz. Bunun sonuçlarını er ya da geç alacağız" demektedir. Prof. Troitsky'nin belirttiğine göre, Kuzey Kafkasya Dağları'nda 1973 yılında yeni ve büyük bir gözlemevi açılmıştır. Bu gözlemevinin optik teleskobu Palomar Dağı'ndakİ 200 inçlik teleskoptan daha büyüktür. Radyoteleskobu ise 2000 feet çapındadır. Bu iki teleskop zeki sinyallerin saptanması çalışmalarında dönüşümlü olarak kullanılmaktadır...

Moskova Devlet Üniversitesi Radyo Astronomi Direktörü olan Prof. Josif Shklovsky ise dünya dışı bir medeniyetle temasın çok yakın olduğunu ifade etmektedir. Tüm bu gelişmelerin paralelinde dünyanın çeşitli üniversitelerinde de konuyu incelemek amacıyla "Ekzobiyoloji" adı altında dünya dışı hayat'ı araştıran kürsüler kurulmuştur...

''Bunlara örnek olarak: Alabama, Missisipi, Hamburg, Kiel, Utretch, Mainz, Boston Üniversiteleriyle Edison Sommunity, Moorpark Junior, Victor Halley ve Londra'da ki Marley Koleji'ni gösterebiliriz''...

Astronom Harlow Shapley..

Evrende zeki hayat konusunda astronomların matematiksel hesaplamalarına göre Örneğin: Astronom Harlow Shapley'e göre teleskopların görüş alanı içinde (100 Katrilyon) adet yıldız bulunmaktadır. Bu yıldızların binde birinde hayat için elverişli koşulların bulunduğunu kabul ettiğimizde, geriye (100 Trilyon) adet yıldızın kaldığını söylemektedir. Bunların binde birinde hayata uygun atmosferin bulunduğunu farz edersek, geriye (100 Milyar) adet yıldızın bulunabileceğini ileri sürmektedir...

Astronom Harlow Shapley, daha da ileri giderek, bunlarında binde birinde hayatın ortaya çıkabileceğini kabul edersek, şu anda üzerinde hayat olan gezegen sayısı (100 Milyon) adettir. Isaac Asimov, "Sadece galaksimiz Samanyolu'ndaki yaşanabilir gezegenlerin sayısının 650 Milyon olması gerektiğini hesaplamıştır. Bu sounca göre en azından gözlenebilir evrenin tümünde, 2 Milyar adet yaşanabilir gezegen bulunmaktadır" demektedir...

 

 

EVRENDE ZEKi HAYATIN BİLİMSEL KANITLARI...

NASA, Ağustos 1989'da insansız uzay aracı Voyager 2'yle Neptün gezegenin yanından geçti ve dünyaya resimler ve çeşitli veriler yolladı. Bu araç dünyaya ışık hızında bile varması 4 saat süren darbe sesleri yolladı. Bu darbeler dünya üzerinde NASA'nın uzay ağını oluşturan radyoteleskopları aracılığıyla yakalandı ve sonra zayıf sinyaller Pasadena / California'da bulunan NASA'nın Jet îtki Laboratuarının gelişmiş tesislerinde elektronik sihirbazlık yoluyla fotoğraflara, tablolara ve diğer veri biçimlerine çevrildi...

Neptün ziyaretinden 12 yıl önce Ağustos 1977'de fırlatılan Voyager 2 ve refakatçisi Voyager l'in aslında sadece Jüpitere ve Satürn'e ulaşması ve daha önce Pioneer 10 ve Pioneer 11 adlı insansız uzay araçları tarafından bu iki dev gazımsı gezegen hakkında elde edilen verileri artırması niyetleniyordu. Ama kayda değer bir deha ve beceri ile JPL bilimcileri ve teknisyenleri, dış gezegenlerin nadir bir şekilde hizaya girmesinden faydalanarak ve bu gezegenlerin yerçekimi güçlerini "sapan" gibi kullanarak Voyager 2'yi ilk önce Satürn'den Uranüs'e sonra da Uranüs'ten Neptün'e fırlatmayı başardılar...

Voyager 2 den gelen elektronik sinyaller Helyum, hidrojen ve metan gazlarından oluşan bir atmosferin kucakladığı, dünyanın kasırgalarını küçücük kılan, burgaçlı, yüksek şiddette rüzgarların süpürdüğü güzel bir mavi-yeşil renge sahip, turkuaz bir gezegeni açığa çıkardılar. Beklendiği gibi atmosfer ve yüzey ısıları donma noktasının altındaydı ama Neptün'ün, beklenmedik biçimde, gezegen içinden çıkan bir ısı yaydığı bulundu. Neptün'ün bir gaz devi olduğu yolundaki daha önceki fikirlerin aksine gezegenin, JPL bilimcilerinin kelimeleriyle, üstünde "su buzundan oluşan yarı erimiş bir kanşım"ın yüzdüğü kayalık bir çekirdeğe sahip olduğu, Voyager 2 tarafından belirlendi. Neptün'ün 8 uydusu olduğu saptandı. Ve bu uyduların en büyüğüne Triton adı verildi. Triton'un yapısı da Neptün gezegenine benziyordu. Yakın plan resimleri çok garip bir türden volkanik aktivite olduğunu önermekteydi. Gök cisminin aktif, sıcak iç kısmının dışarıya püskürten erimiş lavlar değil, sulu buz fıskiyeleri olduğu ortaya çıktı. Hazırlık aşamasındaki değerlendirmeler Triton'un geçmişinde yüzeyde akan sular olduğunu, hatta jeolojik ölçeğe göre nispeten yakın zamana kadar yüzeyde göller bile olduğunu belirtmekteydi...

NASA, Voyager 2 uydusu aracılığıyla Uranüs'ün de gazlarla değil sularla kaplı olduğunu ve yüzeyinde sadece bir donmuş su katmanı değil, bir su okyanusu olduğunu ortaya çıkardı. Daha sonra Voyager 2, Uranüs'ün aylarının da kayadan ve sıradan su buzundan oluştuğunu bulmuştu...

NASA, 1974 / 1975'te uzaya gönderilen Mariner 10 adlı insansız uzay aracının dünyaya gönderdiği fotoğraflarda Marsın yüzeyinin su buharıyla kaplı olduğunu gösterdi.

Aralık 1978'den sonra Pioneer-Venüs l ve 2 adlı iki insansız uzay aracı tarafından Venüsün uzun süre incelenmesiyle elde edilen veriler, bulguları analiz eden bilimcilerden oluşan ekipleri, Venüs'ün "bir zamanlar en azından ortalama 10 metre derinliğinde suyla kaplı olabileceği" konusunda ikna etmiştir. Venüs, diye sonuca vardılar. Bugün buhar halinde sahip olduğu suyun en azından 100 katına, bir zamanlar su olarak sahipti." Ardından gelen çalışmalar bu kadim suyun bir bölümünün sülfürik asit bulutlarını oluşturmakta kullanıldığının, bir kısmının da gezegenin kayalık yüzeyini okside etmek üzere oksijeninden vazgeçtiğini önermekteydi.

NASA, Viking 2 insansız uzay aracının durduğu yerdeki zeminde don olduğunu bildirmişti. Don tabakasının su, su buzu ve donmuş karbondioksit (kuru buz) içerdiği bulunmuştur. Mars'ın kutuplarındaki buz tabakalarının su buzu ya da kuru buz içerip içermediği tartışması NASA'nın JPL bilimcilerinin Pasadena'daki (Caltech) California Teknoloji Enstitüsünde Ocak 1979'da düzenlenen 2. Uluslararası Mars toplantısında güney kutbu değil ama "kuzey kutbu su buzu içermektedir" diye açıklama yapmalarıyla sonuca bağlandı.

Dünyamızdan 800 kat daha büyük olan Satürn'ün yüzeyine henüz nüfuz edilemedi. Pioneer 11 1979'da Satürn'ün halkalarının ve Aylarının büyük ölçüde olmasa bile, su buzundan ve hatta belki de sıvı sudan oluştuğunu ortaya çıkartmıştır.

 

Jüpiter, Pioneer 10 - Pioneer 11 ve Voyager tarafindan incelendi. Sonuçlar Satürndekilerden pek farklı değildir. Gaz devi gezegenin çok büyük miktarlarda radyasyon ve ısı yaydığı ve şiddetli fırtınalara tabi olan kalın bir atmosferle sarmalandığı bulundu. Ancak bu nüfuz edilemez örtünün, esasen hidrojen, helyum, metan, amonyak, su buharı ve muhtemelen su damlacıklarından oluştuğu bulundu, bilim adamları, bu kalın atmosferin daha da aşağılarında bir yerlerde sıvı suyun olduğu sonucuna vardılar. Jüpiterin aylarının da su buharı ve su damlacıkları ile kaplı olduğu sonucuna vardılar. Özellikle lo, Europa, Ganymede ve Callisto uydularıdır...  

 

 

Yorumlar

Sayın Palindromik alıntı yaptıgınız bılgı yanlıstır o yuzden o bılgı uzerınden gıden bır takım cıkarımlarda bulunmayın lutfen sızde yanlıs yonlendırılmıs oluyorsunuz(yazım sıze karsı degıl bılgıyı yazana dır )

Ben bılgının dogru olanını ...

Stanley mıller ın deneylerı yapay yasam ortamı yaratma degıl  yasam yaratmak uzerıne dır olayı tamamen yoktan (canlı malzeme yoklugu anlamında) yaşam var olabılecegını kanıtlamak amacı ıle yapılmıstır. yaklasık olarak 10 12 nukleık asıtı yaratmayı basarmıs ancak kendısı bunu o gun kı teknolojı yetersızlıgı yuzunden anlayamamıs ancak 5 nukleık asıtı tespıt edebılmıs ve deneyden vazgecmıstır 1990 ların sonunda eskı asıstanı artık prof olan bır bılım adamı mıller ın labaratuarında mukemmel sekılde korunmus ve saklanmıs olan deney malzemelerı , notları ve deneyın kendısını bulup ıncelemesı ıle mıllerın deneylerının sandıgının aksıne oldukca muazzam bır sekılde ılerledıgını anlamıs. ancak nukleık asıtlerı yaratmıs olsa da bu nukleık asıtlerın bır sekılde hucre olusturabılmek ıcın gereklı olan hucre zarı olarak da dusunebılecegımız korunaklı bır yapıya sahıp olmalarının gereklılıgı deneyın canlıların olusmasındakı bazı seylerı acıklasa da henuz anlasılmamıs bır takım elementlerın veya maddelerın oldugunu dusunmelerıne yol acmıstır kı su anda yanılmıyorsam abd japonya ıngıltere ve kuzey avrupada bır kac unıversıte yapay olarak hucre zarı uretmeyı basarmıslar ve mıller ın deneyleır ıle bu zarların dogal olarak nasıl bır araya gelebılcegını arastırmaktadırlar

 

 

saygılar

Sn Diabolica

 

 Öncelikle  Sn Barisaslier in paylaşımındaki bilginin aslı ile ilgili verdiğiniz açıklama için teşekkür ederim. Bu düzeltmeyi genel olarak benim devamında yapamınızın haricinde birde  en altta yeni bir ek bilgi olarak yazmakta fayda var diye düşünüyorum.

  Benim yazımda dikkat ettiyseniz bu teknolojinin geliştirilmesi ibaresi var her anlamda ve geniş düşünürseniz ;

Benim sözü getirmeye çalıştığım yer yapay atmosfer oluşturma teknolojisi. şu an çalışmaların olduğunu bilyorum ama belki 50 yıl belki  500 yıl sonra kemale erer bu teknoloji bilemem. yoksa bahsi geçen deneyin tek başına bunu başaramayacağı çok  aşikardır.

 

saygılar.

cok detayli anlatmissin bariscim, ellerine zihnine saglik.bencede canlilarin tek var oldugu yerin dünya oldugunu kabul etmek bencillik olurdu.nasanin inceledigi daha neler var kimbilir, onlarda ortaya koyulsaydi da hersey daha acik ve net olsaydi, yine bu kadarinada sükür.ben en cok marsi merak ediyorum yada ayin öbür yüzünü, neler var kimbilir ((;

Değerli Arkadaşlar

 Eekzo bilyoloji konusunda şunu sanırım herkes kabul etmektedir. dünya dışı mikrop ve virüslerin olduğu konusu..

 peki dünyamıza bunların girişini engelleyi bizi savunucu bir mekanızma varmıdır.. ?? binlerce ve milyonlarca yıldır biz bu dünya dışı virüs ve mikroplarının saldırısına mı maruz kaliyoruz ? Eğer kalıyorsak kendimizi şu ana kadr nasıl koruduk.

Ozon tabakası ile ilgili konu başlığımda ; ozon tabakasının bilinmeyen yada kamuoyu  ile paylaşılmayan bir yönünü anlatmıştım.

bildiğiniz üzere Ozon dış uzaydan ve güneşten gelen ( ne hikmetse...sadece ve sadece insanlara ve dünyadaki yaşama ) zararlı ışınları  süzmektedir. seçici geçirgen .. aynı gücre zarı gibi...

ancak bilinmeyen bir tarafıda Ozon aynı zamanda uzaydan gelen virüs ve mikroplarada karşı adeta hüzre zarı

görevi gördüğüdür.

şuana kadar çıkmış tüm virüs ve mikropların dünya temelli olduğu söylenmektedir.. eğer ozon bunları süzmüş olmasaydı. tarihten günümüze çok fazla dış uzay virüsü tehdidi altında olurduk. vede eminim çok çok tehlikeli ölümcül olurdu.

peki şuan güvendemiyiz ??

Bunu söylemek oldukça zor çünkü ozonun delinmesi konusunu neredeyse hergün çeşitli yazılı ve görsel medya aracılığıyla öğrenmekteyiz. ( ozon deliği sadece ozonun belirli bölgelerde normalden çok daha fazla incelmesi olayına verilen addır )

yani şunu düşünmek yanlış olmaz kanımca. ; ozon tabakasının incelmesi ve delinmesi durumunda bir çok çok tehlikeli dış uzay virüsüne maruz kalacağımız olgusu.

Zaten  ozonun incelmesi ve yer yer delinmesi  ile belli bölgelerden dünyamıza dış uzay virüsü yad mikrobu girdiğini düşnmekteyim. önümüzdeki yıllarda kötü süprizler bekliyor olabilir bizi ...

 

 

saygılar...

 

gandrock

 

yorumlarnızı yaaprken saygı sınrını aşmamakta fayda var.. "hayal elminde yaşamak" filan yakışıksız ve seviyesiz bir hitap tarzı..

1. şöyle derseniz sevinirdim. "siz ufo var diyosunuz ama bize ıspatlayamadığınız sürece ben yada biz buna inanmıyoruz." bu gayet normal ve açık bir düşünce saygı duyardım..

2. ben var diyorsam e yerini bildiğimi iddia ediyorsam ,

a:) tutunki yalan söylüyorum yukarıdaki yorumla gereken cevabı vermiş olurdunuz bence.

b.:) doğru söylüyorsam yine yukarıdaki cevap yeterliydi.

ancak şurada anlamanız gereken bir şey var ,sizde olmadığını ıspatlayamazsınız ..ozaman benimde size "siz hayal aleminde yaşıyorusunz" gibi bir uslup mu takınmam lazım yada sizin psikolojik bir rahatsızlık sahibi olduğunuzu ima mı etmem lazım..

 

istanbulda bir sürü ufo gözlemleri olduğunu söylüyorsunuz ve yayınlıyorsunuz.ve ufo olduğuna inanıyorsunuz. yada inanıyorsunuz ama benim bir ufo nun yerini bildiğime inanmıyorsunuz.

ben sizi zorla inandırmak zorunda değilim. ben kendi bilgi ve düşüncelerimi mümkün mertebe şeffaf bir biçimde hiç bir rant gözetmeksizin yada tribünlere oynamadan paylaşıyorum. buna mantıklı gerekçelerle katılırsınız yada katılmassınız saygı duyarım ama uslupleriniz  çok sokak ağzı tarzında ve seviyesiz.

yakışmıyor... hemde hiç...forum nereye gidiyor böyle anlamıyorum..

 

 

 

palindromik  ben dünyadışı varlıklar var yada yok iddiasında değilim, var olduklarını tahmin ediyorum. ama siz istanbulda yerin altında bir ufo bulunduğunu ve dünyadışı varlıklarla iletişim halinde olduğunuzu kesin bir dille ilan ettiniz o nedenle bende buyurun ispat edin diyorum. ne var bunda.

     herkes sizin gibi ispatlayamadıkları iddialarda bulunurlarsa bu site yalan rüzgarına döner itibarıda kalmaz.

 

      sokak ağzıyla konuştuğumu iddia  etmişsiniz. ne yapayım ben sizin gibi son derece gelişmiş yıldızlar arası yolculuk yapan varlıklarla ilişki halinde  değilim. çok çok özür dilerim.

gandrock benim söylemediğim şeyleri söylediğimi iddia ediyorsunuz.

 

ben yerini biliyorum dedim direk irtibatta yada direk bir iletişimde olduğumu söylemedim..

benim iletişimde bulunduğum başka varlıklarda var ama bunlar ufo dğeil. ufo nun sadece şimdilik yerini biliyorum

zamanı geldiğinde vede kendileri isterlerse yad izin verirlerse ziyaret etmek istediğimi söylemdim bundan fazlası

değil..

not : sokak ağzı lafının ileri düzeyde kinayeli ibir şekilde söylediğiniz gibi ileri düzey varlıklarla irtibatta olma ile alakası yok.. kişinin önce kendine sonra başkalarına saygı duymaması ile alakalıdır.

bunu düzeltmekte fayda var.

 

 

Arkadaslar yapay atmosfer ılgılı yazıda verılen bılgıler genel anlamda dogru gıbı gozuksede ozelde yanlıs yonlendırmeler ıcermesı acısından duzeltme yapmayı affınıza sıgınarak kendımce dogru buldum Satanley mıllerın deneyı ıle ılgılı bılgıler sunlardır:

stanley mıller ın deneylerı yapay yasam ortamı yaratma degıl  yasam yaratmak uzerıne dır olayı tamamen yoktan (canlı malzeme yoklugu anlamında) yaşam var olabılecegını kanıtlamak amacı ıle yapılmıstır. yaklasık olarak 10 12 nukleık asıtı yaratmayı basarmıs ancak kendısı bunu o gun kı teknolojı yetersızlıgı yuzunden anlayamamıs ancak 5 nukleık asıtı tespıt edebılmıs ve deneyden vazgecmıstır 1990 ların sonunda eskı asıstanı artık prof olan bır bılım adamı mıller ın labaratuarında mukemmel sekılde korunmus ve saklanmıs olan deney malzemelerı , notları ve deneyın kendısını bulup ıncelemesı ıle mıllerın deneylerının sandıgının aksıne oldukca muazzam bır sekılde ılerledıgını anlamıs. ancak nukleık asıtlerı yaratmıs olsa da bu nukleık asıtlerın bır sekılde hucre olusturabılmek ıcın gereklı olan hucre zarı olarak da dusunebılecegımız korunaklı bır yapıya sahıp olmalarının gereklılıgı deneyın canlıların olusmasındakı bazı seylerı acıklasa da henuz anlasılmamıs bır takım elementlerın veya maddelerın oldugunu dusunmelerıne yol acmıstır kı su anda yanılmıyorsam abd japonya ıngıltere ve kuzey avrupada bır kac unıversıte yapay olarak hucre zarı uretmeyı basarmıslar ve mıller ın deneyleır ıle bu zarların dogal olarak nasıl bır araya gelebılcegını arastırmaktadırlar

saygılar