Ana içeriğe atla
29 Aralık 2010 tarihinde Ufoloji2R17B3O tarafından gönderildi

Zaman

Değerli arkadaşar Zaman kavramına birde farklı açıdan bakalım

ZAMAN",

OLAYLARIN BİRBİRİ ARDINCA SIRALANMASIDIR

Gerçekte, zamanın ve mekânın olmadığı bir âlemin içinde yaşamaktayız da, bunun bilincinde değiliz!. Ve belki de şartlanmalarımız o kadar ağır basmakta ki; idrakımızın önünde olan bu gerçeği gene yapımız ve şartlanmalarımız sebebiyle inkâra kalkışmaktayız.

Evrensel boyutlarda meseleye bakarsak sürekli bir oluşum ve dönüşüm sözkonusudur. Bu oluşum ve dönüşüm sırasında insan algılama araçlarına nisbetle, o günün cehli içinde bir aydınlık devreyi bir karanlığın takip etmesini bir gün olarak kabullenmiş ve bunu da o günkü anlayış içinde güneşin doğup batmasına bağlamıştır.

Düz tepsi gibi bir dünya ve bir yandan doğup bir yandan batan, sonra dünyanın altından dolaşıp yine öbür taraftan yükselen güneşe bağlı olarak oluşan bir gün!.

Sonra bir başka grup çıkmış ve ayın doğup kayboluşu esasına nisbetle 28 günlük ayları ve bunun 12 defa tekrarlanmasından ibaret olan yılı kabullenmiş.

Bir başka topluluk Güneşin dönümü esasına dayanarak 360 günlük seneyi ve 12'ye bölümü olan ayları kabûl etmiş. Ve böylece dünya üzerinde yaşayan bedenlerin çevrelerinde dönen ay ve güneşe izafetle kabûllendikleri zaman birimleri oluşmuş.

Oysa bilimsel açıdan ya da felsefî açıdan ve hatta dinin tefekkür yanı olan tasavvuf açısından meseleye bakılırsa, tek bir varlık ve nesne olan âlem yönünden zaman parçalarından sözetmek mümkün değildir. Her nesneye göre, ya o nesnenin yapısı bakımından izafi zamanlar sözkonusudur, ya da evrensel tek bir an sözkonusudur. Bu açıdan da devam edilince, zaman denilen şeyin olayların birbiri ardınca sıralanması olduğu ortaya çıkar.

KURÂN'DA, İLERİYE DÖNÜK OLARAK

GERÇEKLEŞECEĞİ BİLDİRİLEN PEK ÇOK OLAY,

(OLMUŞ-BİTMİŞ ŞEYLER OLARAK)

"GEÇMİŞ" ZAMAN İFADESİYLE ANLATILMIŞTIR

Müslim isimli Hadîs kitabında Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın naklettiği şu hadîs-i Kudsî’de, Allahü Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu naklediyor Rasûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem:

-Ademoğlu DEHR’e sövüyor. Şüphesiz ki DEHR BENİM! Gece ve gündüzü değiştiren benim.

Bir başka defasında da şöyle buyuruyor:

"-İnsanoğlu bana eziyet eder! Ey kahpe dehr (zaman), der. Kimse, Ey kahpe DEHR, demesin. Şüphesiz ki BEN DEHR’im!. Geceyi gündüze çevirenim".

DEHR, “an” kelimesinin karşılığıdır. Ancak burada, “an”ı şartlanma yollu kabûllendiğimiz izâfi, yâni nesneye göre “zaman” olarak anlamamak gerekir.

Bize göre, dünyanın kendi çevresindeki bir dönüşü bir günü, 365 dönüşü bir seneyi, 365x100 dönüşü de yüzyılı, “asr”ı oluşturur. Bunlar insanın hükümlerine göre kabûllenilmiş, “göresel-izâfî zaman”dır.

Gerçekte ise ZAMAN “tek”tir. Ezel-ebed tümüyle Allah katında tek bir “an”, “DEHR” kelimesiyle ifade bulmuştur.

Göresel zaman, yâni, izâfî zaman, bizim “vehim” yollu var kabûllendiğimiz bir ölçüdür. Bu süreç ise, içinde yaşadığımız ortama, hıza, bir diğer ifade ile boyuta göre değişir.

Madde boyutundan yola çıkıp, salt şuur boyutuna doğru ilerledikçe izafî zaman birimi de sürekli olarak değişir ve kapsamı genişler.

Esasen DEHR kelimesiyle anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu bir tür evrensel enerjidir, (kudret sıfatıdır) eğer tâbiri câiz ise.

Normal günlük zaman birimiyle şartlanmış ve kayıtlanmış beyinlerin bu zaman birimini anlaması elbette ki imkânsızdır!.

İşte bu gerçek dolayısıyladır ki, Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay olmuş-bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır.

Zirâ, Ezel-Ebed esasen tek bir varlık olması itibariyle, ilâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i ilâhî” de, tek bir bakıştır!

Ehli hakikatın tasavvufta bildirmiş olduğu şu sır da buradan kaynaklanmaktadır:

-Esasen tecellî tek bir tecellîdir! “Tecellî-i Vâhid”dir!. ikinci bir tecellî olmamıştır! Görülen, yaşanan, hissedilen, idrâk edilen, tahayyül ve tefekkür edilen her şey bu Tecellî-i Vâhid’in tafsilinden ibarettir!

İşte bu anlatılan husus tasavvufta “Ân-ı dâim” tâbiri ile dile getirilmeye çalışılmıştır.

KÂİNAT, TEK BİR ZAMAN BOYUTUNDAN İBARETTİR

Gerçekliği itibariyle, Kâinat tek bir zaman boyutundan ibarettir!

Algılayabilene!

Bu zaman boyutu içinde, hükmü ilâhî ile sayısız boyut yoğunlaşmaları gerçekleşmiş algılayıcısına göre ve bundan da sayısız isimlerle anılan varlıklar meydana gelmiştir.

 

ALLAH RASÛLLERİ VE TAKİPÇİLERİ

ZAMANSIZLIKTA SEYREDER VE YAŞAR OLAYLAR DİZİSİNİ,

DALGA DALGA!

Allah Rasûlü, olacak olaylardan söz etmiş… Gün gelecek, kıyâmet yaklaşınca kadınlar erkekler gibi giyinecek; saçlarını deve hörgücü gibi yapacak; demiş… 1400 küsur sene önce!!!… Ama bunları bildirirken zaman vermemiş…

Daha nice “kıyâmet” alâmetleri saymış; ama yine onlarda da “zaman” vermemiş!.

Bir nîce ermiş de gelecekten söz etmiş; ama onların da çoğu zaman vermemiş… Yalnızca olacak olaylardan bahsetmişler…

Niye bu böyle?
Çünkü onların, yaşamakta oldukları etsiz boyutlarında, “zaman” kavramı yok da ondan!… Bütün bu olan biteni, etsiz boyutlarıyla yaşıyorlar ve etsiz bir boyutta algılayarak bize indirgiyorlar da ondan!…

Derlerse, bizim ısrarımız yüzünden, bir zaman; çoğunlukla yanılmış olurlar!… Çünkü, zamansızlığı zamanla yorumlamak, büyük ölçüde yanıltıcı bir iştir…

“Zaman”sızlıkta seyredilir-yaşanılır olaylar dizisi; dalga dalga!.

Tıpkı peşpeşe görülen rüyalar gibi!.

Her ne kadar, rüyanın içinde olana, bir zaman kavramı varsa da, kendi hissiyatına göre; bu da, daha önceden beynine yerleşmiş verilerden kaynaklanır bir şeydir; gerçek değil!.

Bu sebepledir ki, rüyalarda görülen olaylardan zaman tespit etmek mümkün değildir!… Olacağı görebilirsin; ama zamanını kestiremezsin!.

Bu gerçek, Allah Rasûlleri’nin, takipçileri olan ermişlerin boyutunda biraz daha farklıdır…

Onların algıladıkları boyutta, rüya türünden görüntü de yokmuş!…

O boyutta, yalnızca görüntüsüz bir algılama, sezgi; ve bunun idrakta açığa çıkışı söz konusuymuş!.

Çünkü o boyut, zaman ve mekân kavramının mevcut olmadığı salt bilinç boyutu imiş!.

Bu boyutun altında, vizyonların söz konusu olduğu; uyanıkken rüya görme, diyebileceğimiz bir ikinci algılama boyutu daha varmış… Bunun misâli, bildiğimiz rüya imiş!

Az önce anlatmaya çalıştığımız, gerçek, yani görüntüsüz algılama ise, Allah Rasûllerinde “vahiy”, takipçilerinde “ilham” denilen bir şekilde açığa çıkarmış…

O algılamanın söz konusu olduğu boyutta, algılanan olaylar, şekilsel mâhiyet arzetmezmiş… Sıralamanın getirdiği zaman kavramı da geçersizmiş o yüzden!.

Duyduk ki… Bir farklı imiş onların yaşadıkları(?) o boyut bizim etsel dünyamızdan!

Sanki “burak”la, “refref”le giderlermiş o şekilsizlik, zamansızlık boyutuna onlar; ve bilinçlerinde, bir anda bulurlarmış bulduklarını!…

Sonra “tenezzül” ederlermiş bizim etli dünyamıza…

Konuşanı olursa, dillendirirmiş algıladıklarını, ete-kemiğe bürüyerek… Bazı acemileri de, bu bürünmüş olanları “zaman”la paketleyerek!.

“Zaman”la paketlenenler çoğunlukla adresi bulmazmış; zira etle bürünenler, “zaman”la paketlenince, ne zaman açığa çıkacaklarını bilemezmiş!!!…

“Dedi ama çıkmadı işte”; “bilemedi bak”; gibi etsel muamelelere muhatap olurlarmış!.

Ders alanı, yanlışını anlayanı artık “zaman” kullanmazmış!…

Kullananı ise, yanlışını farketmesi için; “uyduruyor”, “atıyor”, “palavra sıkıyor”, “felâket tellâlı” sopasıyla terbiye edilirmiş!

Ve bir gün gelir, fark ederlermiş ki “zaman”la paketleyenler, yaptıklarını yapmamak gerek!… Düzeltirlermiş bu yanlışlarını…

Onun içindir ki, geçmişten pek çoğu “zaman” vermemiş; yalnızca olaylardan ve dizinden sözetmişler… İleri gidip “zaman”la paketleyenler de sopayı yemişler!.

Bilmek gerek bu gerçekleri; ondan sonra yapmalı değerlendirmeleri!

Şayet yanlış yaparsak değerlendirmeleri?

Kendimize en büyük zararı vermiş oluruz!… Kimsenin veremeyeceği kadar!. Çelik örgülü kurşun kaplı beton duvarlar içine hapsetmiş oluruz kendimizi ve kilidini de imha etmiş oluruz!.

Hattâ daha da ötesi!.

Ete hapsetmiş oluruz kendimizi!

Etle yatar; etle kalkar; et peşinde koşar; etli düşünür, etli yaşar… Sonunda da zaman kozasında kurur gideriz!.

“İNSAN”, ZAMANSIZLIK VE MEKÂNSIZLIK BOYUTUNDA,

O BOYUTTAN, O BOYUT İÇİN YARATILMIŞTIR

“İnsan”, zamansızlık ve mekânsızlık boyutunda, o boyuttan, o boyut için yaratılmıştır!.

Bu sözünü ettiğim boyuttaki varlığı itibariyle bir “ruh” bile değildir!… Ama buna karşın varoluşunun “ruhu” vardır!. O “ruhu”nun gereğidir ki, kendi hakikatini arar; bunu bulup eremediği sürece de “ruhu”nun huzur bulup tatmin olması, sükûna ermesi mümkün olmaz!.

Dünyadan yaratılan, dünya peşinde koşar… Sonunda dünyaya döner!.

O boyuttan yaratılan da boyutunun özlemiyle yanar; sonunda boyutuna erer!.

Her şey aslına dönücüdür!.

İNSAN MADDE KAYDINDAN KURTULABİLDİĞİ ANDA

GEÇMİŞE VE GELECEĞE VUKUF KESBEDER
Zaman ve mekân denilen şey, başta da bilimsel olarak açıkladığımız gibi izâfi bir şeydir... Yâni, bana veya sana veya bize, "göre" olarak mevcuttur.

Meselâ sonsuz büyüklükteki bir çölde, başı ve sonu görülmeyecek kadar uzunluktaki bir kervanın ortasında yürüyorsunuz... Gördüğünüz bildiğiniz yerler sadece görüş sahanız kadar olan bir kaç metrelik sahadır.

Şimdi sizin için belirli bir zaman biriminde, yâni bir saat içinde gördüğünüz yer, o zaman geçtikten ve siz o kadar yürüdükten sonra; "geçmiş" olacak yâni mâzi olacak ve o anda içine girdiği saha da "hâl" olacaktır, az önce "gelecek" iken sizin için...

Kezâ arkanızdan gelen için de, sizin bulunduğunuz yer "gelecek"; kendi bulunduğu yer de "yaşanan an" olacaktır ki, halbuki orası sizin için "geçmiş"tir...

İşte böyleyken hal, giden bir helikopter sizi alıp bulunduğunuz yerden ve dikey olarak yükselmeye başlasa ne olur?

Eskiden bir saatlik süre içinde gördüğünüz bir kaç yüz metrelik saha "yaşanan an" iken, şimdi yükselmeniz oranında görebildiğiniz yer "yaşanan an" sınırı içine girer; ve "geçmiş" ile "gelecek" küçülmeye başlar; "yaşanan an" daimi olarak genişlerken...

Nihâyet sizin için çıkabilmek mümkün olsa, öyle bir noktaya erersiniz ki, sonsuz büyüklükteki çölde, sonsuz uzunluktaki kervanı tamamıyla görebilirsiniz...

Yâni kervan ehli için "mekân"-"zaman" mevcut iken; artık siz bu kısıtlamadan kurtulursunuz! Yükselişiniz, sizi bu kayıttan kurtarmıştır.

İşte insan, madde kaydından kurtulabildiği oranda, dikey yükselme hâlinde -henüz bu dikey yükselmeyi rüyada gerçekleştirmeye sebep olan durumların neler olduğunu bilememekteyiz- geçmişe ve geleceğe vukûf kesbeder.

Çünkü, "Hiç bir şey yoktan var olmaz ve var olan hiç bir şey yok olmaz" kanunu gereğince, geçmişte şu anki durumumuza göre ‘’geçmiş’’ diyoruz, olmuş bütün olaylar uzayda belirli dalga boyları hâlinde mevcuttur.

Ve eğer ki bizim elimizde bu dalgaları kulağımıza adapte edecek güçte bir radyo veya gözümüze gösterebilecek yapıda bir televizyon cihazı olsa, biz bütün geçmişi aynen yaşıyormuşçasına görebiliriz.

Kezâ ‘’gelecek’’ dahi, her an, çok daha üst semâdan (ki "semâ", İslâm terminolojisİnde, çeşitli yüksekliklerdeki değişik özellikleri dolayısıyla “katlar” diye anlatılmıştır) dalgalar hâlinde gökyüzüne inmektedir...

İşte insan belirli oranlarda yükselme (urûc) ile "geçmiş"e ve "geleceğe" dönük görüş sahibi olmakta ve artık onun için bütün bunlar "yaşanan an" boyutuna gelmektedir.

alıntıdır.

 

saygılar...

Yorumlar

Ne diyeceğimi bilemiyorum.!harika bir paylaşım olmuş...çok teşekkürederim:)şu anda okuduklarımı hazmetmekteyim:)yazınızda hiçbir anlaşılmayan nokta bırakmamışsınız:)geçen gün " bilerek mi yazdınız nokta atışı yapmışsınız "dediğiniz yazıda bildiğim birşey yoktu!yani teorik olarak yoktu...Onlar benim düşünürken ulaştığım hissettiğim tasarruflarımdı sadece...bu yazı için gerçekten teşekkürederim...bu konuyla ilgili tekrar görüşmek üzere saygılarımla

Sn Feray

 Öncelikle ben teşekkür ederim.

Bildiğim bir şey yok  diyorsunuz  aslında  herşeyi bir yerlerden kanıt arayarak desteklemek zorunda dğeilsiniz. Düşünmek zaten inanışımızn bir şartıdır bildiğinizü üzere insan düşünce ve kafa yormayla neler bilir neler.. Sadece bunların bazılarını test etme imkanı olmadığı için hep teoride kalır yada emin olamaz. Siz bir takım şeylere zaten ulaşıyorusunuz. Sadece bunu biraz daha bilgi alt yapı anlamında güçlendirirseniz düşündüklerinizin aslında bazılarının doğru olduğunu anlmaya ve hissetmeye başlarsınız. ( bu benim ve herkes içinde geçerli )

Burada birden fazla konu işlenmiş aslında gereksiz ve gergin tartışmalara sebep olan bazı konularada bir ışık tutan bir yazı.

Bunuda hatrılatmadan geçemeyeceğim.. :)

"İşte insan belirli oranlarda yükselme (urûc) ile "geçmiş"e ve "geleceğe" dönük görüş sahibi olmakta ve artık onun için bütün bunlar "yaşanan an" boyutuna gelmektedir."

 

Sadece bakmasını ve anlamasını bilene..

 

saygılar..

okumak ıcın hos bır sey ama cogu bılgı tamamen havada olmus mış muş soyle boyle .. o yuzden emegıne saglık ama yorumlamak tamamen anlamsız yerlere gıden bır tartısma baslatır dıye dusundugumden sadece sunu soylemek ısterım  "alıntının kaynagını" verseydınız daha ıyı olurdu bence ...

 

saygılar

 

 

Sn diabolica

çok güzel bir noktaya değinmişsiniz. tşk ederim.

-miş -mus lu yorumlar  benim anladığım kadarıylau ikinci yada 3 cü  elden alınan bilgiler diye düşünüyorum. o nedenle mişli geçmiş zaman eki kulanılmış..

Çünkü bu zaman eki ile kullanlan cümlelerdeki bahsi geçen şahıs yada varlıklar knoudada anlatıldığı gibi

peygamber ve takipçileri ..( peygamber ayrı bir konu ) Ancak takipçileri derken burada evliya , salih , hızır , ermiş

vs gibi kendini etten arındırabilen ve zamansı bir boyuta geçme yetkisi olan varlık ve insanlardan alınan bilgi

olduğu içindir.   aklıma 2 alternatif geliyor.

1. Bunu ya bu varlıkardan biri anlattı ve kaleme almıştır. kendini deşifre etmemek için başkasından duymuş gibi

rivayet mantığında anlatmıştır. benim bildiğim hiç bir varlık ( yukarıdaki kiriterlerdeki ) kendini direk deşifre

etmez.Ben  buyum ben şuyum diye..kimisi bunun farkında bile olmaz....

2. Yada buna şahit olan ona  çok yakın ve çok iyi tanıyan kişilerin gözlemleri ile ve geçmişten günümüze bu tür olayların aktarılması ile yapılmıştır.

çünkü günümüzdede bir çok hızır  evliya ve salih var .Belki siz bile karşılaşmışsınızdır ancak bunu bilemezsiniz..

çünkü onlar yapmaları gereken görevi varsa yapar .ve giderler kendilerini ben hızırım salihim evliyayım diye tanıtmazlar.

not : Ayırca dikkat çekilen bir noktada gelecekle ilgil iverilen bilgilerde zaman verilmemesi ve sebebi de anlatılmış .

Saygılar..

Sn diaboloica

 

çoğu bildi miş muş diyorsunuz ama biraz elinizi vicdanınıza koymanızı tavisye ederim.

sadece "peygamber takipçileri " denilen evliya ve  ermiş gibi varlıkların gelecekten haber verme ile ilgili zaman bildirme konusunda bu bahettiğiniz fiiller kullanılmış

dier kanular bir kısmı peygamberimizin kutis hadislerinden tutunda

zaman ı nasıl alıgıladığımız ve algılandığı ile ilgili bir yazı. Bunun farklı örmneklerini farklı yerli yad yabancı bilim adamlarıda söylemektedir. Araştırırsanız göreceksiniz.

Yazının başında her bir cümle çok önemli derken bunu kastettim. dikkatli okursanız havada hiç bir konu olmadığını göreceksiniz bana göre... inanmamak yada farklı düşünebilirsiniz. buna saygı duyarım..

havada dediğiniz konuları bir açıklarsanız bizde bilelim.

 

saygılar.

 

 

Sn Palindromik

havada dedıgım seylerı lısteledım en azından gozume carpanlar bunlar bazı seylerı yazmadım konu farklı yone gıtmesın dıye

 

1. Gerçekliği itibariyle, Kâinat tek bir zaman boyutundan ibarettir!

Algılayabilene!

Bu zaman boyutu içinde, hükmü ilâhî ile sayısız boyut yoğunlaşmaları gerçekleşmiş algılayıcısına göre ve bundan da sayısız isimlerle anılan varlıklar meydana gelmiştir.

2. Daha nice “kıyâmet” alâmetleri saymış; ama yine onlarda da “zaman” vermemiş!.

3. Bir nîce ermiş de gelecekten söz etmiş; ama onların da çoğu zaman vermemiş… Yalnızca olacak olaylardan bahsetmişler

4. Çünkü onların, yaşamakta oldukları etsiz boyutlarında, “zaman” kavramı yok da ondan!… Bütün bu olan biteni, etsiz boyutlarıyla yaşıyorlar ve etsiz bir boyutta algılayarak bize indirgiyorlar da ondan!…

Derlerse, bizim ısrarımız yüzünden, bir zaman; çoğunlukla yanılmış olurlar!… Çünkü, zamansızlığı zamanla yorumlamak, büyük ölçüde yanıltıcı bir iştir…

5. Bu gerçek, Allah Rasûlleri’nin, takipçileri olan ermişlerin boyutunda biraz daha farklıdır…

6.Onların algıladıkları boyutta, rüya türünden görüntü de yokmuş!…

7.O boyutta, yalnızca görüntüsüz bir algılama, sezgi; ve bunun idrakta açığa çıkışı söz konusuymuş!.

8.Çünkü o boyut, zaman ve mekân kavramının mevcut olmadığı salt bilinç boyutu imiş!.

9.Bu boyutun altında, vizyonların söz konusu olduğu; uyanıkken rüya görme, diyebileceğimiz bir ikinci algılama boyutu daha varmış… Bunun misâli, bildiğimiz rüya imiş

10. Az önce anlatmaya çalıştığımız, gerçek, yani görüntüsüz algılama ise, Allah Rasûllerinde “vahiy”, takipçilerinde “ilham” denilen bir şekilde açığa çıkarmış…

11.O algılamanın söz konusu olduğu boyutta, algılanan olaylar, şekilsel mâhiyet arzetmezmiş… Sıralamanın getirdiği zaman kavramı da geçersizmiş o yüzden!.

12.Duyduk ki… Bir farklı imiş onların yaşadıkları(?) o boyut bizim etsel dünyamızdan!

13.Sanki “burak”la, “refref”le giderlermiş o şekilsizlik, zamansızlık boyutuna onlar; ve bilinçlerinde, bir anda bulurlarmış bulduklarını!…

14.Sonra “tenezzül” ederlermiş bizim etli dünyamıza…

15.Konuşanı olursa, dillendirirmiş algıladıklarını, ete-kemiğe bürüyerek… Bazı acemileri de, bu bürünmüş olanları “zaman”la paketleyerek!.

16.“Zaman”la paketlenenler çoğunlukla adresi bulmazmış; zira etle bürünenler, “zaman”la paketlenince, ne zaman açığa çıkacaklarını bilemezmiş!!!…

17.“Dedi ama çıkmadı işte”; “bilemedi bak”; gibi etsel muamelelere muhatap olurlarmış!.

18. Zaten saniyede 300.000 kilometreye ulaştığın anda zaten zaman sıfır oluyor; zaman duruyor.

 

 

 

 

Sn Diabolica ;

Bukadar detaylı yazdığınz için teşekkür ederim. Beraber bakalım .. belki bilrmediğimiz yada atladığımız konular olabilir.yada yanlış anladığımız... ( ancak aldığınız bu maddelerin bir çoğunun cevabı kendi içinde zaten var. bir kısmıda ayrıca işlenmesi ve anlaşılması gereken bana göre açık ama siz sorduğunuza göre sizinde emin olmadığınız yada merak ettiğiniz şeyler var.

benim merak ettiğim benim düşüncelerimimi soruyosunuz yoksa  gerçekten bilmediğiniz için mi ?

çünkü sorduğunuz yada anlamadığınız bir çok madde kendi çinde ya birbirinin cevabı yada nette kolayca bulabileceğinize inandığım konular.

 

Ayrıca burada sorulması gereken soru şu aslında ;

Ermiş evliya ve bu kapsamdaki varlıklar nedir , nerede bulunurlar yaşarlar , amaçları ve görevleri nedir , algı biçimleri ve kapasiteleri , bilgi ve bilinç düzeyleri  , boyutlar arasında nasıl gidip gelebildikleri  vs vs. siz bunları aslında merak ediyorsunuz anladığım kadarıyla..

 

forum ana teması  dışına çıkılma söz konusu olablir. Ancak bunuda yine netten bilgi edinebilirsiniz diye düşünüyorum. Yada bende  bulup size özel mesaj olarak atabilirim.

 

yukarıdaki bahsettiğim konuları idrak edilmedikçe paylaştığım bu konunun anlaşılması zor olablir.

öncelikle , bunları öğrenmek gerek dilerseniz bunu yapalım yoksa. madde madde cevap yazıyordum sonradan baktım konular hep aynı yer yönlendiriyor.

 

burada ana temalar ve tartışılması gereken konular şunlardır ( ilaveniz varsa ekleyebilrisiniz hep beraber irdeliyelim )

 

1. Zamanın ne olduğu

2. Kuranın Geçmiş gelecek ve şimdiki zamandan bahsetmesi ve kuranın zamandan münezzeh bir  kitap olması

3. Bu bilgileri kimlerin ne şekilde öğrenebildiği yada öğrenebileceği

bu kendi çinde bana göre 2 katagori

birincisi peygamber ve ermişler ( genel anlamda) ilham ve bulundukları bilinç ve şuur  düzeyinde bunları bilebilmeleri ( Yaratcının verdiği kadarını )

ikincisi ; kuran ilmi ile ( muhyittin arabi gibi ) araştırma yapanların ve bazı bilgilere ulaşabilmeleri

4. refref ve  burak..

 5. ışık hızı zaman bağlantısı..

6. Gelecekten bilgi veren peygamber ve ermişlerin neden zaman konusuna girmedikleri..

7. peygamberler ve takipçilerinin( ermiş evliya hızır vs. ) bilmediğimiz yada anlayamadığımız özellikleri nelerdir. Bulunduları boyutlar ve algı biçimleri vs vs..

8. boyut nedir salt bilinç boyutu nedir. ( genişletilebilir bu konu )

9. En önemlisi de  "NSAN MADDE KAYDINDAN KURTULABİLDİĞİ ANDA GEÇMİŞE VE GELECEĞE VUKUF KESBEDER" konusu ...

 

Sn Diabolica bence önce bunları tam idrak etmemiz lazım yoksa konuyu gerçekten açıklayamam 3 - 5 cümle ile.

kesinlikle saygısızlık kabul etmeyin ama belli bir seviye yad bilgiye sahip olmak lazım ve olmamız lazım

Genel mantık anlamında anlayabilrisiniz ancak  alıntılarınzdaki bazı rivayetler in açıklamaları araştırma isteyen konular. Ben rivayetle ilgli konulara bişi demiyorum aynen sizinle birlikte araştırma ve öğrenmeye hazırım..

 

saygılar.

 

Değerli arkadaşlar  ;

 

 Gelecekten haber verme ile ilgili bir yazı daha paylaşmak isterim. ilmini alan biri bunu zaman vermeden bulabilir düşncemi destekleyen bir paylaşım.

 

Bu kitap (Kuran)geçmişten, yakın zamandan ve gelecekten bahsediyor. ( buna dikkat )

Hz. Muhammed (sav)'in döneminde insanların kültürel seviyesini bilemiyorum ve bilimsel düzeylerini de

bilemiyorum. Eğer bu geçmiş dönemde bildiğimiz düşük bilim düzeyi ise ve teknoloji yok ise, hiç şüphe yok ki,

bugünlerde Kuran'da ne okuyorsak hepsi Onun ışığıdır. Bunu Hz. Muhammed (sav)'e ilham etmiştir. Böylesine

mükemmel bir bilgi olabilir mi diye Ortadoğu'daki medeniyetin başlangıç tarihi hakkında bir araştırma yaptım. Bu

Onun Hz. Muhammed (sav)'i gönderdiği inancını daha da güçlendirdi. Ona engin biliminden yakın zamanda

keşfettiğimiz küçük bir parça gönderdi. Jeoloji alanında Kuran'la bilimin sürekli bir diyaloğu olmasını umuyoruz.

(Prof. Palmar, Amerika'da jeoloji alanındaki önemli bilim adamlarından biri)

 

saygılar.